Paylaş
Son derece kuşkucu bir toplum olduk.
En ufak bir esintide, kimi zaman haklı nedenlerle, kimi zaman nem kaparak hemen kaşlarımız çatılıyor. Herşeyin altında başka bir gerekçe, AK Parti'nin gizli gündemini arıyoruz.
En son örnek, AB müzakereleri için hazırlanan pozisyon belgesinden çıkarılan "laiklik" cümlesi. Aslında konu çok teknik. Başka bir zaman veya başka bir iktidar döneminde olsa, kimselerin dikkatini çekmezdi.
Konu, Türkiye'nin AB ile yakında başlatacağı "Eğitim-Kültür" bölümü müzakereleriyle ilgili. Ankara'da olayı bizzat yaşayan diplomat ve bürokratlarla konuştum. Şöyle bir manzarayla karşılaştım.
Ankara, müzakere öncesi, (her bölüm ve her ülke için uygulanan bir yöntemdir) kendi görüşlerini içeren bir belge hazırlar. Bu belge de Anayasaya ve AB Kopenhag kriterlerine atıf yapılır. Yani, Türk eğitiminin laik-demokratik sisteme dayalı olduğu belirtilir. Belge, konuyla ilgili tüm resmi kurumlardan onay alınarak kesinleştirilir.
Sorun, tüm hazırlıklar bittikten ve Brüksel'e yollanmasına birkaç gün kala, yeni bir cümle eklenmesi önerisiyle çıkar.
Laiklik vurgusunu güçlendirmek için, Türk eğitiminin laik temele dayandığına dair bir cümle eklenmesi önerisini yapılır. Ancak, belgedeki değişikliğin resmileşmesi için, diğer kurum ve bakanlıkların da onayı gerekir.
İşte bu aşamada ne yapılması gerektiği Ali Babacan'a sorulur. Zira, zaman baskısı vardır. Babacan, böyle bir cümlenin şart olup olmadığını sorar. "Hayır" yanıtını alır. Üstelik, Anayasaya da atıf yapıldığı için, şart olmadığı söylenir. Bunun üzerine de, Babacan "geç kalmayalım, ek cümleyi çıkaralım" der.
İşte kıyamet bundan kopar.
TÜRKİYE, AB'NİN MİĞDESİNE OTURACAK MI?
Avrupa Birliği, tamamen kendi iç politikası açısından, Türkiye konusunda şimdiden karşı önlemlerini almaya hazırlanıyor.
İç politik gerekçelerle hareket edilmesinin nedeni, hükümetlerin kamuoylarına "hiç merak etmeyin, Türkiye 10-15 yıl sonra tam üyelik aşamasına gelse dahi, durumu gözden geçireceğiz. Son söz yine bizde olacak" mesajını vermek istemeleri.
Aslında yeni bir girişim değil. 17 Aralık 2004'te Türkiye ile müzakerelerin başlama kararı alınırken dahi, "Hazmetme Kapasitesi kriteri" vardı. Daha önceki aday ülkeler için böyle bir kriter söz konusu olmadı. Ancak onlar küçük, Türkiye büyük ve kalabalıktı. Onların hazmedilmesi kolay, Türkiye ise korkutucuydu.
Şimdi "Hazmetme Kapasitesi" kriteri yeniden düzenleniyor. Geçen haftasonu AB Dışişleri Bakanları konuyu ele aldılar ve önümüzdeki hafta yapılacak liderler toplantısında da işin sonuçlandırılması bekleniyor.
"Hazmetme Kapasitesi Kriteri", AB açısından bir "Emniyet Sübapı" olacak. Eğer 10-15 yıl sonra Türkiye tüm koşulları doldursa dahi, AB Komisyonu 25 ülkeli topluluğun ekonomisine bakacak.
- Eğer genel ekonomi kötü gidiyorsa,
- Eğer gelişmeler bu gidişin daha uzunca bir süre böyle devam edeceğini gösteriyorsa,
- Eğer işsizlik oranları kabul edilebilir oranların üstünde ise,
- Eğer Türkiye'ye verilecek milyarlarca euro'luk yardımı kaldıramayacak durumdaysalar,
o zaman "Türkiye'yi şu aşamada hazmedemeyiz" sonucuna varacaklar.
Böyle bir olasılık çok zayıf görülse dahi, AB şimdiden gereken önlemin alınması gerektiğini düşünüyor.
Bu, Türkiye'ye kapıların kapanması anlamına gelmiyor. En kötü netice, tam üyeliğin kısa bir süre ertelenmesi olacak.
Acaba rahatsızlık duymamış gerekir mi?
Eğer gerçekçi şekilde bakmamız gerekirse korkmamalıyız. Zira unutmayalım ki, AB ekonomileri dökülürse, böyle bir kriter konmamış olsa dahi, yine Türkiye'nin üyeliği -bambaşka gerekçeler bulunup- ertelenir. Hayatın doğal akışı budur.
Kim ne derse desin, eğer Türkiye koşulları doldurursa, tam üyeliğini engellemek imkansızdır. Tam üyelik, bizim tutumumuza bağlıdır.
Teknik bir konu, dışarıya "Babacan laikliğe karşı çıktı. Laiklik cümlesini çıkarttırdı" diye yansır...
Bende ilk duyduğum anda "AK Parti galiba şaşırdı" diye tepki gösterdim ayrıntıları öğrenince tepkim azaldı.
Şimdi kararı siz verin... Bu olay AK Partinin "laiklik" kelimesine allerjisinden mi kaynaklandı, yoksa sabıkalı bir iktidar olduğu için bizim tarafımızdan mı abartıldı?
Galiba biraz alerji, biraz da abartı, biraz da organizasyon bozukluğu var...
Paylaş