Paylaş
Amerika gezisitamamlandı.
Eskiden çok kullanılan slogana göre “Türk heyeti haklı davamızı kahramanca savundu ve Beyaz Saray muharebesini zaferle sonuçlandırdı.”
Eskiden, her gidilen dış ziyaret, Anadolu Ajansı tarafından bu tip cümlelerle anlatılırdı.
Bu defaki değişik oldu.
Washington’a giderken heyecanlıydık. Afganistan konusu birden bire alevlenmiş, ABD’nin Türkiye’den de muharip ek asker isteyeceği resmen açıklanmış ve BeyazSaray’daki toplantının dev bir pazarlık şeklinde geçeceği izlenimi doğmuştu.
Bilemiyorum, belki de işi biraz parlatabilmek için bizler bu şekilde görmüştük.
Tam tersi çıktı.
Gazetecilik deyimiyle “Dağ fare doğurdu.” Görüşmeden seksi hiçbir sonuç alınamadı.
Bu sonucun resmi dile tercümesi ise, Türk-Amerikan ilişkilerinin rayında gittiği, herhangi bir uzlaşmazlık çıkmadığı ve Türk heyetinin çok memnun ayrıldığıdır.
Bu köşede birkaç defa tekrarlamıştım. “Beyaz Saray’daki görüşmeler hiçbir zaman anlaşmazlıkla sonuçlanmaz. Daima bir başarı hikayesiyle biter” demiştim.
Aynen öyle oldu.
Bundan dolayı, bugün sizlere biraz Beyaz Saray, biraz da heyet ile ilgili dedikodu vermek istiyorum. Neler yaşandığını paylaşmak istiyorum. İşin bu yanı bence çok daha ilgi çekici..
OVAL OFİS’TE ELMA YİYİP AÇLIK GİDERENLER
Oval Ofis’e şimdiye kadar defalarca girdim ve her defasında, hayal kırıklığı ile tarihi bir ortamda bulunma hissi arasında gidip geldim.
Düşünebiliyor musunuz, koskoca Amerika’nın koskoca Başkanlarının, savaşlara karar verdikleri, en önemli ve tarihi kararları açıkladıkları odadan söz ediyoruz.
Başkan’ın oturduğu masa, eski kokuyor.
Koltuklar son derece basit. Görkemli hiç birşey yok.
Bu yönden insan hayal kırıklığına uğruyor.
Öte yandan da, şöyle bir baktım. Obama ayak ayak üstüne atmış, hemen yanı başındaki Türk Başbakanına inanılmaz iltifatlar yağdırıyor. Ne arkadaşlığını bırakıyor, ne dostluğunu. Saydım, en az on defa iltifat dolu cümleler kurdu.
Aslında Beyaz Saray’da en beklenmeyen yaşandı. Program tam 1 saat sarktı. Oysa, Oval Ofis’te böyle gecikmelerin yaşanması son derece nadirdir. Meğer Başbakan Erdoğan “Biraz başbaşa konuşalım” deyince işin ucu kaçmış. 12.15’te yemeğe oturulacakken, saat 13.15’te henüz açıklamalar yapılıyordu.
Bir ara gözüm, odanın tamamen ters tarafındakilere takıldı.
ABD’yi yöneten ekip tam kadro dizilmişti.
Başkan yardımcısı Biden, yanındaki Dışişleri Bakanı Clinton ile ya koyu bir sohbete dalmış veya bence sıkı bir dedikodu alış verişine girmişti. Vücut dillerine bakacak olursanız, eminim birilerini çekiştiriyorlardı.
Hemen yanı başlarında, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı James Jones upuzun boyuyla duruyor ve ne göreyim, masanın kenarında besbelli Başkan Obama için hazırlanmış tabaktaki elmalardan birini aldı ve afiyetle yemeğe başlamaz mı... Besbelli, görüşmeler uzayınca adamın karnı açıkmış. Hemen biraz ilersinde, Dışişleri Bakanlığının yeni parlayan yıldızlarından Phil Gordon’da dayanamadı, o da bir elma kaptı.
Bir yanda tarihi açıklamalar yapılırken, öte yandan yemekli dedikodularla kıyamet kopuyordu.
Konuşmaların sonuna geldiğimizde, Jones ile göz göze geldik ve belki şaşıracaksınız ancak, “Ömer’i görüyor musunuz? Ben uzun süredir karşılaşamadım. Nasıl?”diye sordum.
Sizler tanımayabilirsiniz. Ömer Tığrak’tan söz ediyorum.
Yıllardır New York’ta oturan ve James Jones ile yakınlıklarını bildiğim bir arkadaşım. Jones’un en iyi arkadaşı Ömer’dir ve sık sık buluşup ya golf oynarlar veya ailece görüşürler. “Bir süredir ben de göremedim.” dedi ve yakında arayacağını söyledi. Etrafımdaki Türk gazetecilerin hayret bakışları arasındaki bu sohbet sürerken, devreye Hillary Clinton girdi. Ankara’daki son söyleşimizden her halde göz aşinalığı kalmış veya yanındakiler hatırlatmışlar, hem merhaba dedi, hem de görüşmelerin çok güzel geçtiğini söyledi.
Aynı salonda, konuşmaları büyük bir dikkatle izleyen ve sürekli not tutan ise, Ankara’daki ABD Büyükelçisi Jeffrey idi.
Tek üzüntüm Phil Gordon ile yeterince görüşememek oldu. Dışişlerine geçince artık dakikası dahi kalmamış.
BEYAZ SARAY’DA YENEN EN HIZLI YEMEK
Tabii program böylesine uzayınca herşey altüst oldu. Daha önceden bir saat süre ayrılan öğle yemeği ister istemez 25 dakikaya indi. Adeta koşturur gibi bir hal aldı. Yemek mi yediler, dayak mı yediler, anlaşılmadı. Tabii bu arada da görüşmelere devam edildi.
Menü ise, Beyaz Saray’ın klasiklerinden sayılıyor. Önce karışık salata tabağı gibi birşey, ardından ızgara somon, sonra da tatlı.
Başbakan’ın özel diyet yemeği olduğundan dolayı tatlı yerinebaşka birşey yemiş, ama Amerikalılar bana doğrusu anlatamadılar.
Pazartesigünü sabahın7’sindengecenin 21:00’ine kadar Başbakan görüşmetrafiği rekoru kırdı. Önce otelde çalışma, ardından Beyaz Saray görüşmeleri, hemen sonra basın toplantısı, biri üniversite biriAK Partiye yakın SETA isimlikuruluşta konuşma.
Salı günü Meksika’ya hareket edene kadar da yine aynı tempo devam etti.
TÜRK HEYETİ RAHAT BİR NEFES ALDI, ANCAK...
Gelelim Türk heyetine.
Her ne kadar kendilerinden emin gözükseler dahi, Beyaz Saray’a girerken gergindiler.
Oval ofis’te baktım, Başbakan’ın yüzü gülüyor. Erdoğan hislerini pek kolay gizleyebilen biri değil. Gergin ise mutlaka yüzüne vuruyor. Bu defa rahatlamıştı. Ne kadar direnirseniz direnin, eğer Obama bastırsaydı, Afganistan’a muharip ek asker gönderme konusunda güç duruma düşülebilirdi.
Başta da dediğim gibi, bu görüşme gazeteci gözüyle tatsız tuzsuz bitti.
Ne bir skandal, ne de bir anlaşmazlık.
Herşey güllük gülistanlı ve dostlukla dolu geçti.
Bunlar işin şakası, gerçekten rahat bir aşama daha aşılmış oldu.
Eğer Beyaz Saraya girmeden önce 7 askerimizin şehit düştüğü haberi gelmese, herhalde herkes çok daha keyifli olacaktı... Olaya rağmen Başbakan Meksika gezisini iptal etmedi.
O kendiyoluna devam etti, ben ise bu akşam sizinle buluşmak üzere İstanbulun yolunu tuttum...
Paylaş