Konferansı ertelemeye hiç gerek yoktu...

Sanatçı Bülent Ersoy 25 yıl önceki bir olayla ilgili anılarını anlattı. Hep birlikte, işi hafif siyasi skandal, hafif magazine dönüştürdük. İncin çekirdeğini doldurmayacak bir tartışmaya girdik.

Boğaziçi Üniversitesinin Ermeni Konferansının, özellikle devlet tarafından gelen tepkiler üzerine ertelenmesi büyük bir talihsizlik olmuştu. Adalet Bakanı’nın “Türk milletini arkadan hançerlemek” diye nitelendirmesi, Uluslar arası kamu oyunda, Türkiye’de Ermeni sorununun ancak resmi politikalar çerçevesinde tartışılabilindiği izlenimi doğmuştu. Farklı seslere tahammül edilmediği, yasaklama alışkanlıklarından kurtulamadığımız damgasını yemiştik.Cemil Çiçek, bu tepkisinin “tek taraflı” olacağı varsayımından kaynaklandığını söylüyor, ancak yine de talihsiz bir açıklamaydı. Hemen hergün resmi politikaların seslendirildiği bir ortamda, bir de farklı görüşlerin ortaya konmasının bir sakıncası olmamalı.

Anlaşılan, Başbakan da bu ertelemeden rahatsız olmuş. Basın haberlerine göre, Boğaziçi rektörü Prof. Soysal’ı arayıp, yapılmasını istemiş. Hatta açılışınında Abdullah Gül de katılıp konuşacakmış.

Neden ertelettik, şimdi neden yaptırıyoruz ?

Kendi kendimize neden gol atıyoruz ?

Şimdi eminim ,kimse kalkıp “Bravo Türklere, bak gördün mü serbestçe bir sorunu tartışıyor ve farklı görüşlere de tahammül edebiliyor” demeyecek. Aksine, yeni düzenlemenin devlet gözetimi altında ve AB’ye göstermelik yapıldığını ileri sürecekler.

Başbakanın bu müdahelesi yerinde. Bir de, tepkili-yasaklı yaklaşımlardan kurtulabilsek ne iyi olacak.

GARANTİ’YE GE YAKIŞTI…

Amerikan Sanayinin bazı sembolleri vardır. Örneğin, General Motors (GM) veya General Electric (GE) bunların başında gelirler. Zenginlikleri, etkinlikleri, büyüklükleriyle Amerikanın tüm ağırlığını temsil ederler. Bu şirketlerle iş yapanlar “seçilmiş”ler grubuna girerler. Kartvizitinize bu isimleri yazdığınız veya “Benim ortağım şudur” dediğinizde, size yönelik bakışlar değişir. Muamele farklılaşır ve açılamayan birçok kapılar açılır.

Garanti Bankasının son anlaşması, sadece parasal boyut açısından değil, özellikle General Electric ile ortaklık yapmış olması açısından son derece önemlidir.

GE, Garantiye yakıştı.

Şahenk, başka Uluslar arası Bankalarla daha büyük rakamlara çıkarak anlaşmaya varabilirdi. Ancak hiçbiri ile General Electric ile elde edeceği prestije ulaşamazdı. Garanti’nin şimdi önü açıldı. Bundan sonra bambaşka denizlere açılabilecek ve arkasına aldığı bu dev güçle Uluslar arası Bank niteliğini genişletebilecek.

Bu anlaşma Türk ekonomisinin geldiği noktayı da çok açık şekilde gösteriyor.

Amerikanın bu dev kuruluşu, bozuk ve geleceği olmayan bir ekonomiye para yatırmazdı. Bu gelişmeden memnuniyet duymamız gerekir.

Şahenk ve Özen’e de bravo…

BALIK ÇİFTLİKLERİ SORUMLUSU DEVLETTİR...

Yaz aylarının en yaygın konularından biri Balık Çiftlikleridir. Özellikle güzelim Bodrum koylarını kapatan, denizi kirleten bu çiftlikler bu yılda büyük tartışma konusu oldular. Bende şikayetçiler arasındayım. Öyle koyları kapatıyor, öyle çirkinlik ve pislik dağıtıyorlar ki tepki göstermemek elde değil. Bu manzaralar karşısında da, hepimiz Balık Çiftliklerini suçluyoruz. Sahiplerine suçlu muamelesi yapıyoruz. Adamları yerden yere vuruyoruz. Oysa, asıl sorumlu onlar değil. Asıl sorumlu, devlet.

Nedeni de, kaçak Balık Çiftliği kurmanın hemen hemen imkansız olmasıdır. Belki gözden kaçan birkaçı vardır. Ancak uzun sürmez, mutlaka yakalanır.

Bu çiftliklere izin, Tarım Bakanlığı tarafından verilir.

Bir başvuru olduğunda, kaymakamlıktan, Deniz Müsteşarlığına, Sahil Güvenlikten, Çevre Bakanlığına kadar sayısız resmi makamdan izinler alınıyor. Nereye kurulacak, nasıl önlem alınacak, çevreye nasıl uyulacak, herşey saptanıyor. Ondan sonra da, Balık Çiftliği sahipleri gösterilen yere yerleşip çalışmaya başlıyorlar. Üstüne üstlük, sürekli denetim altında tutulmaları gerekiyor. Gerçekten denetleniyorlar mı, bilemiyorum ancak, kağıt üzerinde bir mekanizma var.

Ardından, bizler geliyoruz ve tüm sorumluluğu sahiplerine yüklüyoruz.

Haksızlık ediyoruz.

Şikayetlerimizi aslında Tarım Bakanlığına yöneltmemiz gerekir. Nitekim Tarım Bakanı Mehdi Eker, bu konudaki uzun süreli sessizliğini bozdu ve Çiftliklerin izinle çalıştıklarını açıkladı. Ancak ne gibi bir önlem alacaklarını söylemedi. Anlaşılan o ki, ortafda ya iyi hesap edilmeyen bir durum var veya bir karmaşa söz konusu.

Balık Çiftlikleri ülke ekonomisine girdi sağlayan unsurlardır. Ancak, açık sularda da çalışabilirler. Belki daha pahalıya mal olur, fakat koylarımızı kurtarırız.

Tarım Bakanından, bu olaya bir çeki düzen vermesini bekliyoruz.

SİYASETÇİLERE AYIP EDİYORUZ...

Bülent Ersoy’un, geçen hafta Deniz Baykal ile ilgili iddiaları ve bu iddiaların ne boyutlara geldiğini, nasıl gereksiz bir tartışma yarattığını gördükçe Baykal’a yönelik yayınlardan sıkıldım.

Deniz Baykal ile her konuda aynı görüşleri paylaşmayabiliriz, ancak böyle bir muameleye layık olmadığını düşünmemiz ve ona göre hareket etmemiz gerekirdi.

İddiayı ortaya atan kişi, seslendirildiği yer ve bu iddialarını ispatlayacak hiçbir somut veri göstermemesi bize yeterli işaret vermiş olmalıydı. Baykal’ı gereksiz şekilde tartışmaların içine soktuk. Medya’nın bu ülkede oynadığı rolün ağırlığına uymadı, yakışmadı.

Sırf, magazin yönü olan bir konuyu reyting ve tiraj kaygısıyla büyüttük. Böyle bir iddiayı daha küçük gösterip geçebilirdik.

Sadece Deniz Baykal’a değil, genelde tüm siyasetçilerimize kötü muamele ediyoruz. Kimileri bunu hakediyor, ancak bizler yeterli ayrımı yapamıyoruz. Korktuğumuz için, Askerlere, Yargıçlara ve Savcılara vs.. daha musamahalı davranıyor, iş siyasetçilere gelince “vur abalıya...” gidiyoruz. Oysa bu insanlara ihtiyacımız var. Onları gereksiz şekilde yıprattığımız sürece, demokratik sistemimizi de kendi ellerimizle sarsmış oluyoruz. Yazık değil mi?

BİZ HALA TARTIŞALIM, KÜRTÇE TV’LER ARTIYOR…

Biz neden böyleyiz ?

İki yıldan beri Kürtçe TV ‘ye nasıl izin verilmeli konusunu tartışıyoruz.

Herkezin kafasında “Bunlara izin verirsek acaba ülkemiz bölünür mü ?” sorusu var. Dönülüp dolaşılıyor ve yine aynı noktaya geliniyor:

Yasaklama sürsün mü, yoksa Türk vatandaşı Kürt kökenli insanlarımız kendi dillerinde TV seyretsin mi ?

Neden korktuğumuzu bir türlü anlayamıyorum.

Yasalar açık. Bölücülük yapamazsınız. Terör örgütlerini övemez, yüceltemezsiniz. Bu kurallara uyduğunuz taktirde sorun olmaması gerekiyor, değil mi ?

Hayır.

Bu defa da “Biz hepsini nasıl kontrol ederiz. Haberimiz olmadan yasalara uymazlarsa, ne yaparız ?” diye garip bir gerekçe ortaya atılıyor.

Bizler bu komikliklerle zaman harcarken, bir de bakıyoruz uydu aracılığı ile yurtdışından yayın yapan TV sayısı 7’ye yükseliyor. Bol bol PKK yandaşlığı yapıyorlar. Bunu fark edince, yayın yaptıkları ülkelerin üzerine gidip bunları susturmaya çalışıyoruz.

Tabii kimseye dinletemiyoruz.

Bırakın bu güvensizliği, kurtulun artık bu yasakçılıktan. Kurallarınızı koyun ve TV’lere izin verin. Uymayanı-gerekiyorsa- kapatın veya mahkemeye verin. Ancak bitirin şu işi…
Yazarın Tüm Yazıları