İngilizler çok hırslı oynayacak

İngiltere’nin milyarder futbolcuları, Futbol federasyonunun burnunu sürttüler ancak, kamuoyundan da büyük tepki aldılar. Kendilerini affettirmelerinin tek yolu, Türkiye’yi yenmek. Maçı berabere bitirirlerse de memnun olacaklar.

İngiliz futbolu, herhalde tarihinin en ciddi ve ilginç krizini yaşadı.

8 saat süreyle, İngiliz kampında David Beckham’ı beklerken olayın boyutlarının nasıl genişlediğini, her saat başı dramın nasıl büyüdüğünü bizzat gördüm.

Tam bir ayaklanmaydı.

Her biri milyonlarca dolar kazanan futbolcular, arkadaşları Ferdinand’ın, doping yaptığı iddiasıyla ve görüşü dahi alınmadan Federasyon Başkanı tarafından kadro dışı bırakılmasına inanılmaz tepki gösterdiler. Vermek istedikleri mesaj “Bize esir muamelesi yapamazsınız” idi ve bunu da başarıyla yerine ilettiler.

Ancak, bu süreç içinde kendileri de yara aldılar.

Perşembe günkü İngiliz gazetelerine söyle bir göz atmak yetiyor. En ciddilerinden en gayri ciddisine kadar manşetler tüyler ürpertiyor:

- Kendinizi ne sanıyorsunuz...
- Sizin için Vatan ve gurur bu mu?
- Size ihtiyacımız yok...

Kavga Çarşamba akşamı geç saatlere kadar sürdü ve sonunda tam İngiliz usulü bitti.

• Federasyon, kararından dönmedi, ancak futbolcuların görüşlerine saygı duyduğunu ve kurallarda bazı değişiklikler yapacağını açıkladı.
• Futbolcular da, Federasyonu eleştirip Ferdinand’ı savunan sert bir açıklama yapıp, boykot kararından vazgeçtiler.

Her iki taraf, karşılıklı birer adım attı ve uzlaşıldı.

Ancak, İngiliz Milli takımı süper starlarının karizmaları bu olayda epey zedelendi.

İSTANBUL MAÇINI KAZANMAK İSTEYECEKLER

Kamuoyun tepkisini bir tek şekilde yatıştırabilirler. O da, bugünkü maçta çok iyi bir oyun oynamak ve iyi bir sonuç almakla mümkün...

David Beckham ile konuşurken farkına vardım. Hedefleri beraberlik olmakla birlikte, kendileri kamuoyu gözünde affettirmek için bu defa ekstra çaba harcamak zorundalar.

Aslında İngiltere en önemli iki kozunu kaybetti.

Dünya’nın en iyi savunma oyuncusu Ferdinand kadro dışı ve en golcü oyuncusu Owen sakat. Üstelik, Türkiye maçına da doğru dürüst hazırlanamadılar.

İlgilerini ve dikkatlerini maça verebilmiş değiller. Doğru dürüst taktik çalışması dahi yapamadılar. Geri kalan iki günde ne kadar çalışırlarsa, o kadarıyla sahaya çıkacaklar.

Avantajları ise, bu kavga nedeniyle hırslanmaları ve basına, kamuoyuna “bakın biz ne kadar büyüğüz” mesajını vermek istemeleri.

Türkiye iyi oynar, biraz da şanslı olursa, bu halde yakaladığı bir İngiltere’yi yenebilir. Maçın ilk 20 dakikası zaten işin rengini gösterecek.

* * *
AMAN, SAHAYA BİRŞEY ATMAYIN

Bugün ülkenizi bir parçacık seviyorsanız ve maça girebilme şansı elde edebilmişseniz, lütfen sahaya birşey atmayın, atan birini görürseniz mutlaka durdurun.

Bugün, bütün dünyanın gözü İstanbul’daki maçta olacak. Herkes hazır bekliyor. En ufak bir taşkınlık, en ufak bir olayda hemen damga vurulacak: Barbar Türkler, yine kavga çıkardı.

Arkasından UEFA’ya şikayetler, Türkiye’nin boykot edilmesi ve maçlarının başka ülkelere taşınması için çağrılar başlayacaktır.

Ne kadar sinirlenirseniz sinirlenin, gerekirse sinirinizi yatıştırmak için üstünüzü başınızı yırtın (!) veya yanınızdaki arkadaşınızla tartışın (!) ancak sahaya hiçbirşey atmayın...

Acaba bizim magandalar bu kadarını başarabilecekler mi, yoksa İngiliz hooligan’ları aratır bir performans mı sergileyecekler?

* * *


BECKHAM, 27 YAŞINDA SEMPATİK BİR ÇOCUK...

Dünkü köşe yazımın sonnuda, kapıdan içeri David Beckham’ın girdiğini söylemiş ve izlenimlerini bugüne bırakmıştım.

Kapıdan giren, 27 yaşında sempatik, mütevazi bir çocuktu. Resimlerde hayranlıkla izlenen, muhteşem kadın Victoria ile yatağa giren, yılda yüzmilyonlarca dolar kazanan süperstar değildi...

Kadın okurlarımı hayal kırıklığına uğratmak istemem, ayrıca erkek güzelliği konusunda hiçbir uzmanlığım yok, ancak bizlerin hayalindeki Beckham ile karşımda gördüğüm Beckham çok farklıydı.

Hepimiz, şöhretli insanları, süperstar’ları hep “burnu büyük, tepeden bakan, hafif küstah” insanlar gibi görürüz. Onların da bizim gibi, birer basit insan olduğunu, iyi veya sinirli anlar yaşayabileceğini unuturuz.

Beckham’da bizim gibi normal bir insan. Üstelik son derece sıkılgan, kibar ve konuşturabilirseniz espirili bir çocuk.

Yakından baktığınızda da hoş gözleri, güzel bir bakışı var, ancak resim veya filmlerindeki gibi insanları yerinden hoplatmıyor. Şu anda başta asistanım Nilgün olmak üzere büyük bir bölümünüzün, “Sen anlamamışsın. Bir de gel bize sor. Biz yakından görsek farklı olurdu” dediğinizi duyar gibi oluyorum.

Konuşurken, biraz zorladınız mı gözleri kolayca çakmaklanıyor ve süperstar ortaya çıkıveriyor. Sesi biraz cılız olmasına rağmen, “Utangancımdır, ancak sahada hiç utanmam” deyiveriyor. Üstelik kesin kuralları da var. Hangi konularda konuşmak, hangilerini konuşmamak istediğini önceden iletiyor. İsterseniz ne ala, istemezseniz sizin bileceğiniz bir iş...

Söyleşimizi gece 22:00 civarında yaptık. Masajdan gelmişti. Yanımızdan ayrılırken, kucağına maskot ayısını verdiler ve yatağına çekildi. Bence Beckham’ı sevdiren o çocuk yanı olsa gerek.
* * *
AŞAĞIDAKİ NOT HERGÜN YAZININ ALTINDA MUTLAKA KULLANILACAK (gazetelerde ve internet sitelerinde)
(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır

KİTAP KÖŞESİ

Osmanlı tıbbında Ermeniler

Surp Pirgiç Ermeni Hastanesi Vakfı’nın yayımladığı, Arsen Yarman’ın yazdığı “Osmanlı Sağlık Hizmetlerinde Ermeniler” adlı kitap, hem Ermeni azınlığın tıp konusundaki çalışmalarına ışık tutuyor hem de Osmanlı toplumunda Ermenilerin yaşamlarını da anlatıyor.
Kitabın ağırlıklı üzerinde durduğu konu ise, Ermeni tıp tarihi… Yarman, Ermeniler ve tıp konusunda oldukça detaylı bilgileri kitabına dahil etmiş: İlk Ermenilerde tıp, Pagan Ermenistan’da tıp, Ortaçağ Ermeni tıbbının önemli kişileri, Osmanlı’dan önce sağlık hizmetleri, Osmanlı Darüşşifaları, Tıbhane–i Amire’nin açılışı, Osmanlı Eczacılığı, Ermeni Botanikçileri, Hilal–i Ahmer Cemiyeti, Anadolu Ermeni hastaneleri; Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi tarihi ve Osmanlı İmparatorluğu’nda sağlık hizmetlerine katkıda bulunan Ermeni doktorların biyografileri gibi büyük başlıklarla devam ediyor. Daha once fazla işlenmemiş böylesine önemli bir konuyu gündeme getirdiği ve de ciddi bir kaynak oluşturduğu için Arsen Yarman’ı da ayrıca tebrik etmek lazım…

* * *
Aynasızdan Polise Yol Haritası

Halil Yılmaz;İzmir, Erzurum, Ankara, İl Emniyet Müdürlükleri ile T.C Riyad Büyükelçiliği’nde değişik rütbelerde görev yapmış.İPA Türkiye Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürütmüş halen EGM’de Asayiş Dairesi Başkan Yardımcısı olarak çalışıyor. Halil Yılmaz Aynasızdan Polise Yol Haritası isimli kitabında hem polislerin görevi, Türkiye’nin AB üyeliğindeki rolü gibi birçok merak edilen derinlemesine konuyu işlemiş. Olayları bir de polislerin gözüyle okuyucuya aktarmak istemiş. Birçok eleştiriye maruz kalan ve çok eleştirilen polisleri bir de bu işi yapmış bir kişinin kaleminden okumak sanırım çok faydalı olacak.

EZAN, CEZA DEĞİLDİR...

Ezan kadar güzel birşey yoktur. Hele sesi güzel bir müezzin tarafından okunursa, insanı rahatlatır, ulvi bir dünya’ya taşır.

Ezan aynı zamanda namaza gitmek isteyen insanlara bir uyarı, adeta “namaz zamanı geldi” mesajı verir.

Eğer yukarıda değindiğim iki unsur unutulursa ezan bir cezalandırmaya dönüşebilir. Hele sabah ezanı, dibine kadar açılmış, her bir minareye yerleştirilmiş dörder hoporlörden ve çığlık çığlığa bağıran bir müezzin tarafından okunursa, cezalandırmanın ötesinde işkenceye döner.

Yaşadığım iki olayı anlatayım:

Ağustos ayında Bodrum Turgutreis’te sabahın 04:30’unda yatağımdan fırladım. Turist yöresi olduğu kadar çok büyük bir kasaba da değil.

Aman allahım, o ne ses (!), o ne kötü ses... Hoporlörler bangır bangır bağırıyor ve sanki bir müezzinin de boğazı kesiliyor.

Aynısını, Ekim ayında Göcek’te yaşadım. Swissotel’in yanıbaşındaki cami’den çıkan ses tüm Göcek koylarını kaplıyordu. Yine hoporlörler dibine kadar açık, yine müezzin çığlık çığlığa...

Ben İstanbulluyum. Kavacık’ta oturuyorum. Çocukluğum Erenköy’de geçti. Hiçbir zaman sabah ezanının böylesine bağırtıldığına tanık olmadım.

Hoporlörlerin sesi düşük tutulur. Müezzinler de sakin bir sesle okurlar. Sanki namaza durmak siteyenlere nazikçe hatırlatma yaparlar. Zaten namaza kalkmak isteyenler saatlerini kurarlar.

Bazı yerlerde ise ezan adeta çalar saat gibi kullanılıyor. Ayıptır. İslam kibar bir dindir. Gösteriş sevmez.

Müezzinlerimiz alınmasınlar, ancak hasta insanları, uyanınca bir daha uyuyamalanları da düşünsünler. Diyanet işleri de, duyarlı olsun. Uyarıda bulunsun.

Yok, eğer bu uygulama sabah namazına kalkamayanları cezalandırmak, pişman etmek için sürdürülüyorsa (!) o zaman söylenecek çok şey çıkar.

FETHİYELİ HAYVAN DOSTLARINA BRAVO...

Perihan Agnelli’yi CNN TÜRK’te izledim ve çok etkilendim.

Şimdiye kadar bende başıboş dolaşan köpekler sorununun nasıl çözümlenebileceğini bilmiyordum. Sokaklardaki başıboş hayvanların toplanıp barınaklara tıkılması ve ölüme terkedilmeleri çözüm değildi.

Perihan Agnelli ekrana çıktı ve çözümü anlattı:

“Bunun tek yolu hayvanları kısırlaştırmaktır “ dedi.

Doğru...

Şimdi belediyeler, köpek öldürmeyi, barınaklara tıkmayı bırakıp kısırlaştırma yöntemini benimsemek zorundalar.

Biliyorum , bir bölümü “kardeşim bir de kısırlaştırmaya para mı ayıracağız” diyecek.

Evet ayıracaklar.

Uygarca yaşamak istiyorsak, belediyeler de halkına hizmet etmek istiyorsa bunun başka yolu yok.
Yazarın Tüm Yazıları