Hülya’mızı geri istiyoruz (!)

Bugün içim sıkılıyor. Türk siyaseti hep aynı konuların tartışması şeklinde sürüyor ve insana bıkkınlık veriyor. Size Ankara’daki kısır döngüden söz edeceğime, Hülya’dan bahsetmek istiyorum. Hülya’yı özlediğinizin farkında değil misiniz ?

Haberin Devamı

Son günlerde içimde bir sıkıntı var ki, bir türlü atlatamıyorum. Araştırdım, ettim, hatta doktorlara gitmeye dahi karar verdim, ancak vaktim olmadı. Aman efendim inanılır gibi değil.

          

Acaba neden, diye araştırdım durdum.

          

Ne oldu da birden bire günlük yaşamımızda bir boşluk doğdu ?

          

Başbakan ortalarda görülmüyor, deseniz değil. Maşallahı var, hergün her dakika karşımızda. Muhalefet deseniz, aynı tempoda, aynı ses tonuyla, aynı sözleri tekrarlıyor.

          

Haftalardan çözemediğim bu hastalığı, bir gazetedeki haber ortaya çıkarıverdi.

          

Haberin Devamı

Belki farkında değilsiniz, belki de tam teşhis koyamadınız, ancak hastalık derecesindeki bir boşluğun nedeni, Hülya Avşar imiş…

          

Hülya haftalardır nerede ?

          

Ne gazetelerde görüyorsunuz, ne de TV ekranlarında.

          

Ne kızıyla görüntüsü, ne de ayrılmış olmasına rağmen, eski kocası Kaya Çilingiroğlu’nun dünya görüşlerini, sevgililerini veya derin felsefi düşüncelerini okuyabiliyoruz.

          

Adeta Hülya bizleri cezalandırmış gibi…

          

Ne yaptık da bu cezayı hak ettik.

          

Şundan bir süre öncesine kadar, hergün Hülya ile yatar Hülya ile kalkardık. Televole’lerden, Ana Haber Bültenlerine, Haber Programlarından, dergilere veya gazetelere kadar her yerde Hülya hayatımızın bir parçasını oluştururdu.

          

Sonra birden bire yok oluverdi.

          

Bizlere kızmadığından eminim. Olsa olsa, bir iletişim harikası sayıldığından dolayı, yüzünü bir parça dinlendiriyor olabilir, diye düşündüm.

Haberin Devamı

          

Merak etmeyin, Hülya’lı günlerimiz geri gelecektir.

          

Ne o bizsiz, ne de biz onsuz olabiliriz. İstediği kadar şişmanlasın, yine de biz ona bayılıyoruz. Eminim yeni bir haber dizisi hazırlıyordur. Haftanın hergünü için bir konubulur ve hepimizi yine arkasından sürükler.

          

Valla, siyasilerimizin peşinden koşacağımıza, Hülya’nın bize getirdiği rüya alemi çok daha renkli değil mi ?

          

Oooh, bakın daha bunun düşüncesi bile moralimi yükseltti. Üstümdeki durgunluğu atmama yardımcı oldu.

 

Sizlerde, Avrupa Birliği veya son siyasi gelişmelerle ilgili yorum yerine Hülya’lı bir makale okumanın keyfine vardınız.

 

Haberin Devamı

Diyorum ya,  Hülya her eve lazım…Sohbetlerimiz dahi renklenecek.

 

Sabırlı olun, fazla kalmadı …

 

*                                           *                                           *

İNSAN SEVMEYENLER ÜLKESİYİZ... 

Eminim, bu yazıdan dolayı bazı okurlarım bana kızacak, bazıları da hak verecek.

 

Kızacak olanlar, aslında doğru söylediğimi itiraf edecekler, ancak ülkemizi eleştirdiğimden dolayı sinirlenecekler.

 

Ne yapabilirim ki...

 

Yalan mı söyleyeyim.

 

Örneğin, biz Türkler kadar birbirini seven, birbirini incitmemeye çalışan toplum azdır, mı diyeyim? Veya biraz daha abartılı davranıp, “bizler kadar başarıyı alkışlayan, zengin olanı öven ve teşvik eden topluma rastlanmaz” dersem, bu defa sizler beni eleştiri yağmuruna tutarsınız.

 

Haberin Devamı

İyisi mi, ben yine bildiğimden şaşmayayım.

 

İnsan sevmediğimiz, insana değer vermediğimizin örnekleri öylesine çok ki, uzun uzun anlatmayadahi gerek kalmıyor.

 

Deşifre programında Adana’daki akıl hastalarına yapılan muamele ile ilgili görüntüleri izledikçe aklıma geldi.

 

İçim kapandı.

 

Kendi kendime, bu kadar kaba ve kötü ruhlu insanları nasıl yetiştirebildiğimizi merak ettim. Daha önce de, öksüz çocuklara yetimhanelerdeki dayak sahneleri aklıma geldi.

 

İstediğiniz kadar soruşturma açın, sorumluları cezalandırın, hiçbir işe yaramaz. Eğer insanlarımızın içine “dayak atmanın ne kadar aşağılayıcı birşey olduğunu” sokamıyorsak, nafile... Bunlar, ruhu ters, içi gaddar büyüyorlar ve bu kötülükleri de en çok aciz kişilerin üstünde deniyorlar.

 

Haberin Devamı

Bir bölümü çoluk çocuk, öbürü hasta sakat dövüyor, diğer bir bölümü de, etrafında yeterince kafadar bulunca, stadlarda kavga çıkarıp, masum kişileri şişliyor.

 

Sokaklarda kavga edenlerle, yetimhanede çocuk döven veya akıl hastalarına eziyet edenler arasında hiçbir fark görmüyorum. Hepsi aynı kafadan, aynı tornadan çıkmış kişiler.

 

Sorun da, torna makinasındaki ayarların bozukluğundan kaynaklanıyor.

 

Eğer ana-babalar, eğitim verme adına çocuğunu döverek büyütürse...

 

Eğer öğretmen, sınıfta disiplin kurmak için genç öğrencisini döverse...

 

Böyle dayak yiyerek büyüyen genç adamlar da, ilerde başkalarını döverek “adam etme” yolunu seçerler... Kısır döngüyü kırmanın tek yolu aile terbiyesidir. Esas torna makinası orasıdır...

 

Gerisi boş laftar ibarettir.

Yazarın Tüm Yazıları