Valery Giscard D’easting Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan konuşması tam aksine etki yaptı. Avrupa genelde onun gibi düşünüyor, ancak bu demeç öyle ters çıktı ki AB’nin bir bölümü Ankara’yı desteklemek zorunda kaldı.
Eski Fransız Devlet Başkanı Valery Giscard D’easting geçen Cuma günkü Le Monde gazetesinde yayınlanan ve Türkiye’nin üyeliğe kabul edilmesinin büyük hata olacağı, AB’nin sonunu getireceği yolundaki demeç, AB’nin çeşitli çevrelerinde tam anlamıyla şok etkisi yaptı.
AB’nin kurucu babalarından biri olarak kabul edilen ve yeni anayasayı hazırlayan konvansiyonun başkanı Giscard D’easting, eğer sadece Türkiye’nin Avrupa değerlerini (insan hakları- demokrasi) tam anlamıyla paylaşamadığını söylese, çok kalabalık ve fakir bir ülke olduğunu, bundan dolayı da AB’nin hazmedemeyeceği kadar büyük bir lokma teşkil ettiğini vurgulasa alkışlanacaktı.
Oysa, başkenti Ankara’nın dahi Avrupa’da bulunmadığına dikkat çekti ve ardından da en tehlikeli silahı kullandı: Din.
Müslümanların AB’de yeri olmadığının işaretini verdi.
Bu sözler, Giscard’ın Papa ile görüşmeye gitmesi, Papa’nın yeni AB anayasasına “AB’ye sadece hristiyanların katılabilecekleri” yönünde bir madde konmasını istemesinin ardından söylendiği için daha da ters ekti yaptı.
Olay, Türkiye çerçevesinden çıktı ve AB’ye din cübbesi giydirme noktasına kaydı. Kıyametler de bunun üzerine koptu.
Doğrusunu söyleyelim, Avrupada eğitimli üst düzey kesim Giscard D’easting gibi düşünüyor. Din veya coğrafya açısından değil, ancak başka birçok nedenle Türkiye’nin tam üyeliğine kuşku ile bakılıyor. Türkiye’yi kendilerinden sayamıyorlar.
Ancak, Giscard D’eastaing’in konuşması birden bire Türkiye tartışmasını gündemin başına oturttu. Kopenhag doruğunu da şimdiden “Türkiye toplantısına” dönüştürdü. Giscard’ın bu konuşmasında işi din konusuna oturtması Türkiye’nin üyeliğine ters bakanlarda dahi (özellikle sosyal demokratlar) Türkiye’den yana tutum alma zorunluluğunu yarattı.
Böylece, Giscard D’eastaing işler daha da ciddileşmeden önce Türkiye’yi durdurmak, AB’nin muhafazakar çevrelerini “umacı Türkler geliyor” diye korkutmak isterken tersine Türkiye tartışmasını alelendirdi ve çok kişiyi pozisyon almaya zorladı.
Bu durum da Türkiye’nin işine yaradı.
BRÜKSEL’DEKİ HAVA DEĞİŞİYOR
Bizler genelde Türkiye’nin iyi anlaşılmadığına, Avrupada yeterli dostu olmadığına ve kötü muameleye tabi tutulduğuna inanırız. Sürekli şikayet ederiz.
Oysa durum şu sıralarda hiçte böyle değil. Rüzgarlar Türkiye’den yana esiyor. Öyle ki, AKP’nin seçimleri kazanması, ilk baştaki bazı kuşkulara rağmen hemen benimsendi. Sorun dahi yaratmadı.
AB’nin genelinde de, Kopenhag doruğunda Türkiye’ye mutlaka birşeyler verilmesi gerektiği kararına varılmış. Türkiye katılma müzakerelerine ne zaman ve hangi koşulda başlayabileceği yönünde bir işaret alacak. Şu sıradaki tartışma, bu işaretin ne oranda somut olup olmayacağı ile ilgili.
Zaten Giscard D’easting gibi Hristiyan Demokratların telaşı da bundan kaynaklanıyor. Bundan bir süre öncesine kadar böyle bir hava yoktu. Gelişmelerin hızı birden bire arttı. Bunun üzerine de muhafazakarlar tepkilerini arttırdılar.
TÜRKİYE, BÜYÜK TARTIŞMA KONUSU
Alman Cuhmurbaşkanı Rau’unun da bu tartışmaya katılması son derece doğal. Aslında Rau’da doğruları söylüyor. Alman Sosyal Demokrat iktidarı Türkiyeyi desteklerken, Hristiyan Demokratlar karşı çıkıyorlar. Rau, kendinin de “kuşkulular” arasında bulunduğunu itiraf ediyor
Bütün bu tartışmalar son derece doğal. Zira Türkiye’nin AB adaylığı, basit coğrafi sınırlar, insan hakları-demokrasi ve ekonomik sorunların ötesinde Avrupa için son derece temel birkaç tartışmayı da başlattı.
- AB’nin sınırları nerede bikecek? - AB Hristiyan klübü olmasa dahi Müslümanları nasıl hazmedecek?
Türkiye’nin adaylığı, Avrupalıların birçok temel değerlerini sorgulamalarına yol açıyor. Bu nedenle daha çok itirazlar göreceğiz ve tartışmalar yaşayacağız.
KIBRIS PAKETİ HAVAYI DAHA DA DÜZELTTİ
Tam bu tartışlaların ortasında BM Genel Sekreteri Annan’ın Kıbrıs paketini açıklaması ve genelde olumlu tepkilerle karşılanması, Türkiye lehindeki havayı daha da körükledi.
Muhafazakarlar için Kıbrıs son ümitti.
Rauf Denktaş itiraz edip bu öneri paketini reddetse, Türkiye ile katılma müzakerelerini ertelemek isteyenler müthiş bir fırsat yakalamış olacaklardı. Ancak bu da gerçekleşmedi.
Şimdi Türkiye’nin Kopenhag doruğunu güvenceye almak ve istediğine yakın bir sonuç elde edebilmek için atması gereken üç adım kaldı. Bunlar da yerine getirildiği taktirde çok avantajlı bir duruma girecek.
Doğrusunu söylemek gerekir ki Tayyip Erdoğan doğuştan şanslı bir insan. Bütün güçlüklerin ardı ardına aşılmaya başlandığı bir ortamda iktidara geldi. Her gelişme ona yarıyor. Hiçbir şey yapmadan puan topluyor.
Yarın AB’den tarih’i alabilmek için atılması son üç adımı ve Erdoğan’ın neden şanslı oluduğunu anlatacağım.