Paylaş
Suriye krizi giderek şekil değişiyor ve olayın boyutları giderek genişliyor. İşin içine BM giriyor. Karşılıklı siperler kazılıyor. Bütün bu gelişmelerde başlıca aktör de Ankara. Uluslararası gelişmeleri yönlendiriyor. Baskıyı arttırıyor. Esad'ı "Olası bir askeri müdahale" ile tehdit ediyor. Bölgedeki profilini yükseltiyor.
Türkiye açısından bakılacak olursa, bu gelişmenin bir yanı olumlu, diğer bir yanı ise olumsuz.
Madalyonun olumlu yönü, Suriye sorununun tek başına bizim omuzlarımızda kalmayacağını görmemiz. Özellikle de gelen mülteci sayısının giderek artması karşısında, BM' yi işin içine sokarak, hem ilerideki olası bir müdahalenin meşruiyetini arttırılıyor, hem de maddi yönden destek sağlamanın zemini hazırlanıyor. Krizin uluslararası boyutu genişliyor. İşin içine daha çok ülke katılıyor, sesler yükseliyor.
Bu durum beraberinde olumsuzluklar da taşıyor. Herşeyin başında, işler uzayacak. Oysa Ankara bunu istemiyordu. Esad' ın bir an önce iktidarı bırakmasını ve ilişkilerin tekrar rayına girmesini tercih ediyor, hatta bekliyordu.
Olmadı, hesaplar tutmadı.
Esad, hemen İran'ı arkasına aldı. BM' de de Rusya ve Çin’le ; Washington ve Paris'e karşı kurduğu ittifakı sağlamlaştırdı. İçeride de silah kullandı, muhalefeti bastırdı. Hem muhalif güçlerin kendi aralarında bölünmelerinden hem de “Batı”nın zaman kazanmak arzusundan ve Libya'ya olduğu gibi sert bir müdahale istememesinden yararlandı. Böylece, ayaklanmayı bir oranda durdurdu.
Yarın ne olacağı bilinmez. Dayanamaz, eninde sonunda kaybeder. Ancak şu anda durumu sağlam. Bu kriz kaç yıl sürer, işin o yanını kimse şimdiden hesaplayamaz.
Esad bu krizi, gittiği kadar süründürecek. Faturanın bir bölümünü kendi, diğer bölümünü de toplumu ödeyecek...
HAKSIZLIK ETMEYELİM, TÜRKİYE' Yİ KİMSE GAZA GETİREMEZ ...
Yorumcularımızı dinliyorum, köşe yazarlarına bakıyorum, herkes telaş içinde.
Özellikle Suriye konusunda yabancı basında çıkan yazılara dikkat çekiliyor. Türkiye' nin Suriye' ye müdahale etmesi gerektiğine dair makalelerden söz ediliyor. Sivil toplum örgütlerinin yayınladıkları raporlar ve görüşleri sayılıyor. Ardından da, sürekli şekilde "Aman gaza gelmeyelim" çağırısı yapılıyor.
Bizdeki bu düşünce tarzı yeni değil. Eskiden de, ülke yöneticilerinin aldıkları kararların hep dışarıdan etkilendiğini ileri sürerdik. Ben de yabancılardan etkilendiğimizden, dış etkenlerden kuşkulananlar arasındaydım. Bu yaklaşımı doğrulayacak da çok örnek yaşamıştık.
Ancak artık dünya değişti. Türkiye değişti.
Bugün artık, sağda solda yazılan bazı yazılara bakıp, Ankara'da politika saptayanların etkileneceklerini, "Aman Fransız ve İngiliz basını ne diyor..." deyip tutumlarını değiştireceklerini düşünmememiz gerekiryor.
Kendimize haksızlık ediyoruz.
Asıl dikkat etmemiz, asıl kaçınmamız gereken yabancılar değil, bizleriz.
Bize, bizden başka kimse gaz veremez.
Zaten asıl tehlike de bu değil mi?
3X4, İMAM HATİPLER İÇİN DE BİR TEHDİT OLUŞTURUYOR...
Biz tüm gelişmeleri kendi penceremizden bakıp değerlendiriyoruz. Başka olasılıkları incelemiyoruz. Bunun en tipik örneğini, son “Eğitim yasası”nda yaşıyoruz.
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer' in 32. Gün programında anlattıklarını dinlerken fark ettim. (1)
Toplumun bir kesiminin kuşkusu nedir?
Okullardaki seçmeli din dersleri, mahalle baskısı ile giderek yaygınlaşacak ve yıllar içinde devlet okulları adeta “İmam Hatip”lere dönecek.
Bu olasılık çok kişiyi rahatsız ediyor.
Peki, acaba bunun tersi bir durumla karşı karşıya kalınamaz mı?
“İmam Hatip”ler neden kurulmuştu?
Adına meslek okulu deniyordu, ancak genelde çocuklarını oraya “İmam” olsun diye değil, din dersi verilsin diye gönderen vatandaşların isteklerini karşılamak için kurulmuştu. Normal liselerdeki laik uygulama, din derslerini çok cılız bırakmıştı. Oysa, muhafazakar kesim daha ciddi bir din dersi verilmesini istiyordu. Bu kesimi tatmin edebilmek için “İmam Hatipler” icat edildi. Üstelik gariptir, “İmam Hatip”leri 12 Eylül 1980 askeri yönetimi kurdu, ortaokullarını ise 28 Şubat 1997 askerleri kapattı.
Şimdi gelelim, bundan sonrasına...
Okullarda bundan böyle çok daha ciddi din dersleri verilecek.
Peki, bu durum “İmam Hatip”lerin cazibesini hiç mi kaybettirmeyecektir?
Hemen “HAYIR!” diyemeyeceğiniz bir durumla karşı karşıyayız.
Ne kadar mahalle baskısı olursa olsun, normal liselerin “İmam Hatipleşmeleri” hiç de kolay değil. Ancak, “İmam Hatip”lerin aldıkları riskler çok daha fazla. Eğer kendilerini yenilemez ve eski uygulamalarla devama kalkarlarsa, öğrenci kaybederler. Bu tehlikeyi Ömer Dinçer' in de paylaştığını gördüm. 10 yıl içinde durum belli olacak.
======================================
(1) Ömer Dinçer'in 32. Gün söyleşisini aşağıdaki adreste izleyebilirsiniz. Bu söyleşide çok önemli bilgiler var. Kafalar o kadar karışık ki, kimse neyin ne olduğunu tam anlamıyla bilemiyor. En iyisi bir dinlemek ve ondan sonra eleştirmek değil mi?
www.mehmetalibirand.com.tr http://video.cnnturk.com/2012/haber/4/6/iste-4-4-4-egitim-sisteminin-ayrintilari
Paylaş