Paylaş
Geçen yıl, Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki tren kazasından söz ettik. Olacak mı, olmayacak mı derken, kazayı yine de ufak tefek yaralarla atlattık.
Bu yıl gündem de ise, Türk- Amerikan ilişkilerindeki olası tren kazası var.
Bu defaki kaza, Ermeni soykırım iddialarıyla ilgili.
Yıllardan beri hep aynı senaryo yaşanır. Nisan ayı yaklaştıkça, Ermeni taraftarı Amerikalı Temsilciler harekete geçerler ve ABD Kongresi’ne soykırımı resmen kabul ettirmeye çalışırlardı. Oylanmak üzere Temsilciler Meclisi’ne bir tasarı yollanır, bunun üzerine de Ankara, Washington’daki yönetimin kapısını çalardı. Stratejik önemden tutun da, silah ihalelerine kadar, geniş bir yelpaze içinde uyarılarda bulunulurdu. Ankara-Washington aksında haftalarca kriz yaşanır ve genelde de, dönemin yönetimi “Türkiye’nin stratejik öneminin büyük olduğuna” dikkat çekip, tasarıyı engellerdi.
Bu yıl da aynı senaryo yaşanacak.
Ancak bu defa işler çok daha ciddi. Galiba bu defa Ermeniler istediklerini elde edecekler gibi görünüyor. Daha önceki yılların aksine, bugün rüzgarlar Ermeniler’den yana esiyor. Temsilciler Meclisi Başkanlığı’na Ermeniler’i tüm kalbiyle destekleyen Nancy Pelosi geldi.Genelde Ermeniler’e sempatiyle yaklaşan Demokratlar’ın sayıları arttı. Daha da önemlisi, Türkiye lehindeki lobinin en güçlü kurumu sayılan Beyaz Saray’ın zayıf bir konuma girmesi. Başkan Bush’un eski ağırlığı yok.
Peki bundan sonra ne olacak?
Bizim en büyük alışkanlığımız, yumurtaların kapıya dayanmasını beklemektir. Yumurtalar kırılmaya başlamalı ki, bizler ayağa fırlayıp önlem aramaya başlayalım. Sağa sola tehditler savuralım, ihaleleri vermeyeceğimizi, ambargo uygulayabileceğimizi söyleyelim.
Eskiden böyleydi. Tehditler savurur, istediğimizi kabul ettirir ve ardından da kış uykusuna yatardık. Hiçbir hazırlık yapmaz, yeni politikalar araştırmazdık.
Bu defa durum çok farklı.
Tren kazasına çok az zaman kaldı. Artık tehditlerle işin içinden sıyrılmak güç.
Artık uyanıp, eski alışkanlıkları bir yana bırakıp, kendimize yeni bir politika oluşturmak zorundayız. Artık eski söylevlerden kurtulmak, başka bir gözle bakmak ve soykırım lekesinden kurtulmamız kaçınılmazlaşıyor.
Yumurtanın kırılmasını beklemeyelim.
* * *
DÜNYAYI ŞAŞIRTMAKTAN BAŞKA ÇAREMİZ KALMADI
Belki bizler ciddiye almıyoruz, ancak Ermeni soykırım iddiaları giderek ciddileşiyor. Her yıl bu resmi kıskaç biraz daha daralıyor. Bugüne kadar 18 ülke parlamentosu, Türkiye’nin Ermenileri soykırıma uğrattığı yolunda karar almış. Sırada bir bu kadarı daha var.
Bu manzara karşısında, bırakın rahatsız olmayı, paniklememiz gerekir. Bugün bu kararı alan parlamentolar, yarın “Ermeni soykırımını reddetmenin suç sayılacağı” kararını da alacaklardır. Bir süre sonra, hükümetlerine dönecekler “Türkiye’ye, soykırımı kabul etmesi için yaptırım uygula” diyeceklerdir. Daha sonra da, olaylarda hayatını kaybetmiş olan Ermeniler’in ailelerine tazminat ödenmesi gündeme getirilecektir.
Hele ABD Kongresi’nin önüne gelen son tasarı geçerse, iplik söküğü etkisi yapacak ve diğer ülkeler de harekete geçeceklerdir.
Türkiye artık bu gerçeği görmeli ve gerçekçi adımlar atma cesaretini göstermelidir. Artık, “Bizler haklıyız, Ermeni diasporası dünyayı aldatıyor” diyerek bir yere varılamaz. Artık, belgesel yayınlayarak, kitap dağıtarak, konferanslar düzenleyerek uluslararası kamuoyu etkilenemez.
Tren kaçırılmıştır.
Eğer soykırım suçlamasından kurtulmak veya hiç değilse bir süre daha ertelemek istiyorsak,o zaman dünyayı şaşırtacak adımlar atmak zorundayız.
Tercih çok açıktır.
Ya bugünkü politikalar aynen sürdürülecek (yani bol laf üretilecek ve sadece Ermeni lobisi suçlanacak) sonunda da soykırım duvarına sıkışılacak veya bambaşka yaklaşımlar benimsenecek ve insanların kafası karıştırılacak.
İşte sırf bu nedenle geçenlerde “Ermenistan ile diplomatik ilişki kurabilme” amacıyla, ön koşulsuz masaya oturulması fikrini desteklemiştim. Ermeni lobisiyle başa çıkılamayacağı için, Erivan’ı muhatap almanın önemine değinmiştim. Sınır kapısının açılmasının sağlayacağı yararlara dikkat çekmiştim.
Göreceksiniz, sadece bunlar da yetersiz kalacak. Uluslararası kamuoyunu hayretler içinde bırakacak cesarette başka yaklaşımlar da gerekecek.
Soykırım lekesi ne yazık ki anlımıza vurulmak üzere. Bu lekeden kurtulmanın tek yolu, kabuğumuzu kırmaktan geçiyor. “Aman Azeri kardeşlerimizi kızdırmayalım” veya “aman milliyetçi-ulusalcı kesimi ayaklandırmayalım” diye kendimizi sınırlarsak, ülkemize yazık ederiz. Torunlarımıza, kendi beceriksizliğimizden dolayı, hak etmedikleri kara bir leke bırakırız.
Ben, ABD Kongresi’ndeki ve yeni gelecek olan soykırım tasarılarını engelleyebilmenin başka bir yolunu göremiyorum.
Paylaş