Paylaş
Geçen hafta “Ben dememişmiydim”cilere takılmıştım. Sırf “Ben dememişmiydim?” diyebilmek için, nasıl felaket tellalcılığı yaptıklarına değinmiştim.
Yine karşılaşıyoruzve her birinden aynı sözleri dinliyorum:
“Demedim mi ben? Kardeşim 10-15 yıl sonra AB diye birşey kalmayacak, dağılacaklar. Bak daha şimdiden birbirlerine girdiler bile...”
bir aralar bıkmadan anlatmaya çalışırdım. Ancak artık bıktım. Zira baktım ki, ne kadar nefes tüketirseniz tüketin, sizi dinlemiyorlar. Onların tutkusu “Ben dememişmiydim?” cümlesinin kendilerine verdiği üstünlük hissini tadabilmek. Geleceği nasıl öngördüğünü etrafa caka satarak anlatmak.
Oysa, çok yanılıyorlar.
Ben 35 yıldır Avrupa işlerini izliyorum. 20 yılım içlerinde geçti. 1978’den 2004’e kadarki dönemi anlatan kitaplar yazdım.
Avrupa böyledir.
Avrupalı birbiriyle tartışır, ortaya farklı fikirler atar. Krizler yaşar ve sonunda mutlaka bir uzlaşıya varılır.
Nice krizler geçti. Bu defakinin mumla aranacağı büyük depremler aşıldı. Ancak her defasındabir çıkışyolu bulundu.
“Ben dememişmiydim?” ci dostlara temel birkaç noktayı hatırlatmak isterim:
“Ben demiştim” cilere tavsiye ederim, büyük konuşmasınlar... Sizler de çevredekilerin dediklerini inanmayın...
* * *
Nihayet birileri seslerini yükselttiler.
Bolu’da iki avukatın şikayeti üzerine“müstehcen” diye iç çamaşırlı manken reklamının çarşafla örtülmesine karşı çıkanlar, sansürü kaldırttılar.
Bravo...
İşte böyle olmalı.
Birileri ortaya çıkıyor ve “müstehcenliği” ileri sürüp sansür uygulatıyor. Zeki trikonunmayolu ilanlarına da aynı tepki gösterilmişti. Genelde de “Aman başımız derde girmeni” diyen, reklam sahipleri ya resimleri kapatıyor veya sansürlüyorlardı.
Bolu’daki Yavuzİç Giyim mağazası da, anlaşılan ilk başta korkmuş olacak ki, iç çamaşırlı manken fotoğraflarını tam değiştirecekken, bu defa toplumun diğer kesimlerinden tepki gelmiş. Mağaza müdürü Aykut Arslan da, basın haberlerine göre, sansürden vazgeçmiş.
Doğrusunu yapmış. Birkaç kişi rahatsız oluyor diye, birkaç kişinin bağnazlığına boyun eğmemek gerekiyor.
Sivil Toplum Örgütleri de bundan böyle, bu tip olaylara sahip çıkmalılar. Sessiz kalmamalılar. Halk, gelişmeleri seyretmekle yetinmemeli. Laik sisteme ancak böyle sahip çıkılır.
ERDEMİR’İ NEDEN SATIYORSUNUZ, ANLATIN
Kamuoyundaki kıpırdanma giderek artıyor.
Erdemir’in satışı ile ilgili görüşler ağırlık kazanıyor.
Satılmaması için ortaya sürülen gerekçeler gayet inandırıcı.
Bu arada, Özelleştirme İdaresi nedense susuyor. Daha doğrusu, ortaya çıkıp yüksek sesle Erdemir’in satılmasının gerekçelerini anlatmıyor.Arada sırada, pek anlaşılamayan dilde açıklamalar yapılıyor. Güvenlik Konseyi bildirilerini andıran, satırlar arasından birşeyler çıkarılabilen cinsten. Birde geriye Başbakanın konuşmaları kalıyor. Onlar da daha çok işin genel politikasıyla ilgili.
Erdemir konusundaki kuşku ve kaygıların mutlaka giderilmesi gerekir. Özelleştirme İdarelerinin en önemli görevi, yapılacak satışları kamuoyuna iyice anlatmak, kamuoyunu ikna etmektir. “Biz devlet memuruyuz, verilen görevi yerine getiririz” demekle olmaz.
Kamuoyunun içine sinmedikçe, satış nedenleri açıkça anlatılmadıkça, satış gerçekleşse dahi hep kuşku kalır.
Özelleştirme Türkiye için şarttır. Ekonomik dar boğazlardan kurtulmanın başka çaresi yoktur. Bunu gerçekleştirmenin tek yolu da –tekrar ediyorum- kamuoyunu hazırlamak, yararlarına inandırmaktır.
FATİH TERİM’E NEFES ALDIRALIM...
Milli Takımın teknik direktörlük görevine Fatih Terim’in gelmesi iyi oldu. Bunca birikimiyle,böyle bir insanımız varken, dışardan başkalarını aramanın hiç gereği yoktu.
Ancak, Allah rızası için bu defa Teknik Direktörürahat bırakalım. Vıdılamayalım. Akıl öğretmeyelim. İşini yapmasınayardımcı olalım.
Ayrıca unutmamamız gereken bir nokta daha var... O da, milli takıma çağrılan futbolcular bizim insanlarımızdır. Bu ülkenin olanakları, kültürü ve alışkanlıklarıyla yetişmişlerdir.
Yani Fatih Terim’in eline verdiğimiz hamur budur. İstediğimiz kadar olağanüstü Teknik Direktörler bulalım, yine de ellerindeki hamuru yoğurup birşeyleryapmaya çalışacaklardır.
Terim’e de, Figo gibi, Beckham gibi futbolculardan oluşan bir takım verin, bakın neler yapacaktır.
Bundan dolayı, boş yere yanlış kişileritaşlamayalım. Hamurun kalitesini düzeltmeye çalışalım.
İRAN’IN YENİ LİDERİ NE YAPACAK?
“Aşırı muhafazakar” diye nitelendirilen, Tahran’ın eski Belediye Başkanı Mahmud Ahmedinecad’ın Cumhurbaşkanlığına seçilmesi, bölgedeki soru işaretlerini arttırıverdi.
En çok merak edilen unsur, bu yeni yönetimin Washington ile ilişkilerinin ne olacağı. Daha ilk gününden itibaren bu ilişkilerin son derece sert olacağı anlaşıldı. Tek bilinmeyen bu sertliğin askeri çatışmaya kadar gidip gitmeyeceği. Amerikalıların Irak’ta başları dertte. Şimdi yeni bir cehpe açmaları beklenmiyor. Ancak İran’a karşı İsrail ile birlikte havadan cezalandırma yolu da seçilebilir.
Kısa vadede, İran’ın başına aşırı muhafazakar birinin geçmesi, Türkiye’nin bölgedeki ağırlığının artmasına yol açacaktır. Batılı güçlerin Türkiye’ye bakışları değişecektir.
Ancak, İran’lıları da hafife almamalıyız.
Yeni Cumhurbaşkanı “bağcıyı dövmek yerine, üzüm yemeyi” tercihedebilir. Belki uslubu değişecek, seçeceği kelimeler farklılaşacak, ancak 1980’lerdeki Humeyni’li İran’ı yeniden yaratma çabasına girmeyeceği tahmin ediliyor. İran toplumunun beklentileri de, artık ekonomik ve özgürlükler açısından rahatlamadan yanadır.
Ben Ahmedinecad’ın seçim başarısının, daha çok Rafsancani’ye karşı duyulan tepkiden ve fakirhalka bir ümit verebilmesinden kaynaklandığına inanıyorum.
Ahmedinecad’dan beklentimiz, zaten gergin olan bölgeyi daha da germemesidir.
Eğer germeye kalkarsa hem kendi halkına hem de diğer halklara büyük kötülük etmiş olur. İran halkının da buna layık olmadığını düşünüyorum.
“Hayatın içine olabildiğince çok şey tıkıştıracaksın ki, hayat uzasın” İşte Aydın Boysan’dan duyduğu bu sözü hiç unutmamış Sedef Kabaş... Alanları birbirinden çok farklı insanlarla ama mutlaka “yaşsız” hatta “ölümsüz” olanlarla konuşmuş... İçlerinden bir kısmı aramızda değil... Ama geride bıraktıklarıyla yaşamaya devam ediyorlar. “Zamanı Dize Getirenler”in her satırında yaşlanmayan, hayata dört elle sarılan yaşlanmayı durdurmanın gerçek formülünün üretmekten, yaratmaktan, çabalamaktan öğrenmekten ve öğretmekten geçtiğini kanıtlayan isimler var...
Okuyun, siz de zamanın dizginlerini elinize almayı öğrenin...(Doğan Kitapçılık: 0 212 449 60 06 /www.dogankitap.com)
* * *
(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır
Paylaş