Paylaş
İlk işareti Bülent Arınç vermişti, bizde Kanal D Ana Haber'de devrim niteliğinde bir adım atılmaya hazırlanıldığını duyurmuştuk. Sonra bir de baktık, sessiz sedasız uygulamaya sokuldu.
Hatırlayacaksınız, KCK davasında şu ana kadar hiç bir ilerleme sağlanamamasının nedeni, sanıkların Kürtçe konuşmalarına izin verilmemesiydi.
Aslında,mahkemelerde Kürtçe yasağı yeni değil. Özellikle siyasi nitelikli davalarda, yargıçlar Kürtçeyi yasaklarlar. Sanıkları Türkçe konuşmaya zorlarlar. İçlerinde Türkçe bilenler olsa dahi, insanları ana dillerini tercih etmelerine yasak getirmek, "hak gaspı’’ndan başka birşey değildir.
Sonunda Adalet Bakanlığı doğrusunu yaptı ve Kürtçe savunmayı kabul etti.
Doğrusunu yaptı.
Dikkat ederseniz , Kürt kökenli vatandaşlarımızın Ana Dillerini kullanmalarına getirilen eski kısıtlamalar giderek kaldırılıyor. Daha gidilecek çok yol var, ancak hiç değilse işin önemi kabul ediliyor.
DOĞRU SÖZE NE DENİR...
Hiç alışık olmadığımızdan dolayı şaşırdık.
Diyarbakır'ın yeni Emniyet Müdürü Recep Güven göreve başlamasıyla birlikte, Kürt sorununa ne kadar farklı bir açıdan baktığını ortaya koyuverdi. İster Kürt, ister Türk olsun, ölen her gencin arkasından ağlamamız gerektiğini söyledi. Aslında çok doğru ve normal bir şey, ancak artık öyle noktalardayız ki, bu kadarı dahi şaşkınlık yaratıyor.
Şimdiye kadar alışmıştık...Sadece kafaların kırılması, inlerinde vurulmaları, gazlanmalarından söz edilirdi. Gazladık, inlerini vurduk, kafalarını kırdık, hapishanelere attık, ancak hiçbir sonuç alamadık.
Demek ki, artık farklı bir yaklaşım gerekiyormuş.
İnsanları kucaklamak, çocuğunu kaybedenlerin de acılarını paylaşmak, gençlerin ümitsizlik içinde dağlara çıkmalarını önlemek...Sadece akıllı bomba , casus uçak, göz yaşartıcı gaz, gece gören dürbünlerle bir yere varamayacağımızı anlamak...
PKK'ya rağmen bu farkı getirmeliyiz.
Ancak bu şekilde doğru yolu bulabiliriz.
BU DEFA OLMADI, AHMET HAKAN...
Ahmet Hakan, hemen her konuda fikri olan ve son dönemlerde farklı ve renkli analizleriyle ilgi çeken, benim de keyifle okuduğum köşe yazarlarından biridir. Böylesine takdir edip, her fırsatta da övebildiğiniz bir yazar, sizinle ilgili bir değerlendirme yaparsa daha da dikkatle okursunuz.
Pazar günkü yazısını da aynı ilgiyle okudum.
Benim Meclis'teki Darbe Komisyonu'nda 28 Şubat sürecinde Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak ile yaptığım kavgayı anlatmama değinmiş ve ayıplayarak bir ders niteliğindeki mesajını şöyle vermiş :
"...Mehmet Ali Birand bunları ne zaman anlatıyor? Olayın üzerinden 14 yıl geçtikten sonra...Yani ortam temizlendiğinde, suçlanan kişiler hapse alındığında, bunları anlatmanın alkışla karşılandığı dönemde...Eğer her faullü dönemin faul öykülerini anında anlatmak yerine 14 yıl sonra anlatmayı tercih edersek...Bu memlekette 'faullü dönem' hiç bitmez. Eğer zorbaların zorbalıklarıyla gerçekten hesaplaşacaksak... Tehlike geçtiğinde değil, tehlike anında konuşmasını bilmeliyiz.Yoksa herşey 14 yıl sonra gelir güzel ülkemize..."
Aslında çok doğru bir uyarı. İş işten geçtikten sonra kahramanlık birşeye yazamaz. Ancak, galiba bu uyarının en son gösterilecek muhatabı benimdir. Zira 28 şubat öncesi ve sonrasında- Erol Özkasnak meselesi de dahil- defalarca söyledim ve yazdım. Herhalde Hakan o sıralarda başka konularla ilgiliydi.
Neyse, gelelim yazının içeriğine...
Sevgili Ahmet Hakan galiba, sırf benim fotomontajlı o resmimi kullanma şevkiyle bu yazıyı yazmış olmalı. Veya sözlerinin asıl muhatapları olması gereken meslektaşlarını, hatta aynı gazetede çalışan bazı arkadaşlarını rahatsız etmemek için, bu mesajı verebilmek amacıyla beni seçtiğini sanıyorum.
Ben, askerin politikaya karışmaması gerektiğini, kimselerin ağzının açılmadığı dönemde, 26 yıl önce yazdığım Emret Komutanım kitabımla (merak edenler www.mehmet alibirand.com.tr bulabilir) başlattım. Ahmet Hakan o dönemleri hatırlar mı, bilemem. 1990'larda, bugün kahramanca Asker Eleştiren kitap yazarı-muhabir- programcı-köşe yazarı, o dönemlerde Komutana selam dururken, ben yazılarımla (hepsi arşivlerdedir), 32.Gün programlarımla sesimi yükselttim, itiraz ettim. Yıllar boyunca davalarla boğuxtum, askerin hedefi oldum. Sonunda da, özellikle 28 Şubat sürecinde Andıç’landım yiyerek, az daha kellem kesiliyordu. Beni en hayret ettiren, o dönemin muhafazakar medyasından tek bir ses çıkmamasıydı. Bırakın bizleri korumak adına, kendilerini savunma adına dahi -herhalde korkudan- ortalara çıkamadılar.
Bu süreçte Ahmet Hakan ne tepki gösterdi bilemiyorum. Eminim o da yazıları ve programlarıyla karşı çıkmıştır. Zaten burada "Ben yaptım, sen ne yaptın?" muhasebesine gerek yok.
Ancak şimdi kalkıp bana "Kardeşim bizi uyutma, 14 yıl sonra herşey kolaylaştığında kahramanlık taslama" denmesi biraz kanıma dokunduğu için bunları yazdım...
Kusuruma bakmayın...
Paylaş