Komşuya hayran olmamak mümkün değil. Öylesine politik reformlar yaptılar ki, AB kapısını zorlama noktasına geldiler. Türkiye ise hala Ulusal Güvenlik tartışılır mı tartışılmaz mı kavgası yapıyor ve 159 uncu madde karanlığında yaşıyor.
Bundan 10 yıl öncesine kadar, Avrupa’dan Türkiye’ye arabayla gelen Türkler Bulgaristan’dan geçerken komşumuzun durumuna bakıp hayıflanırlardı.
Kominist rejim altında ezilen Bulgarlar hem siyasi, hem de ekonomik yönden acınacak durumdaydılar.
9 milyonluk ülkede sayıları 750 bini bulan Türk kökenli Bulgarların en büyük özlemleri de kapağı bir an önce Türkiye’ye atıp kurtulmak ve geleceklerini güvence altına almaktı. Vatandaşı oldukları ülkede “bölücü güç” olarak nitelenirler ve pıstırılmak için büyük baskı altında tutulurlardı.
Şimdi bir de bugünkü Bulgaristan’a bakın.
Eski kral Simeon Saks-Koburg halkın oyu ile Başbakanlığa oturdu.
16 üyeli koalisyona kendi partisi (Ulusal Hareket) dışında, muhalefetteki Sosyalistlerden ve Türk kökenlilerin oluşturduğu Hak ve Özgürlükler Hareketinden (HÖH) de insan aldı. Adeta bir Milli Uzlaşı hükümeti oluşturdu.
Bugün hükümette 2 Türk kökenli bakan, 5 müsteşar var. Ayrıca 3 bölge valiliğine de Türk kökenliler atandı.
Küçücük Bulgaristan komplekslerinden arınmış ve tek bir hedefe kilitlenmiş durumda: AB’ye tam üye olmak.
AB’ye giremediği taktirde 2000’li yıllarda 3 üncü sınıf ülke olmaktan kurtulamayacaklarını anlamışlar. Bölgede barışı bulamayacaklarını, zenginleşemeyeceklerini görmüşler.
Kafalarını “ülkeyi Türkler böler mi?” sorusuna takmamışlar. Aksine, zenginleştikleri ve AB’ye katıldıkları taktirde, geleceklerini daha da güvenceye alacaklarına inanmışlar.
Bu hedefi gerçekleştirebilmek için de, gözleri hiçbir şey görmüyor. Ne gerekiyorsa yapıyorlar.
Ne Batı kompleksleri kalmış, ne bağımsızlığımız elden gider, AB bizi yönetir gibi takıntıları...
Bulgaristan’a hayran olmamak imkansız.
Ardından, Türkiye’ye bakıyorsunuz ve üzülüyorsunuz. Bulgar yöneticilerin vizyonları, dünya’nın nereye gittiğini doğru şekilde okuma yeteneklerinin keşke birazı bizde olsa, diye hayıflanıyorsunuz.
ÇAĞ DIŞI BİR YAŞAM SÜRÜYORUZ
Son durumumuza bakın...
Sağlık Bakanı bekaret testine aklını takmış.
Telekom’un satışı Milli Mücadelenin bir parçası gibi görülüyor.
Avrupa Birliğine tam üye olabilmek, daha doğrusu Türk halkının insanca yaşayabilmesi için gereken Kopenhag Kriterlerine uyum “ödün” olarak niteleniyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ülkeyi sürekli mahkum ediyor ve kimsenin kılı kıpırdamıyor. Tazminatı ödeyip, dosyayı kapatıyoruz.
Türkiye hala Ulusal Güvenlik tartışılır mı tartışılmaz mı kavgası yapıyor.
Son olarak, bir de 159 uncu madde rezaleti tekrar su üstüne çıktı. 1930’lardan bu yana yürürlükte tuttuğumuz bu madde, tamamen fikir özgürlüğüne sansür anlamını taşıyor.
Bakın ne diyor...
“Türklüğü, Cumhuriyeti, TBMM’ni, hükümetin manevi şahsiyetini, devletin askeri veya emniyet muhafaza kuvvetlerini veya adliyenin manevi şahsiyetini alenen tahkir ve tezyif edenler, 1 seneden 6 seneye kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılırlar.”
Ahmet Altan, Gülay Göstürk ve Ali Bayramoğlu, Silopi’de Jandarma Karakoluna götürüldükten sonra kaybolan iki HADEP’linin nerede olduklarını sorguladıklarından dolayı 159 dan yargılanıyorlar.
Sonra da kalkıp, ülkemizdeki demorkasinin nimetlerinden, bölgede nasıl güçlü olduğumuzdan söz ediyoruz.
Biz açıkça hem kendi insanlarımızla, hem de dünya ile alay ediyoruz.
Türkiye bugün, kasaba politikacıları ve halkını sevmeyen tarafından yönetiliyor.
Bulgaristan’ı yönetenlerin vizyonlarını, kendilerine güvenlerini ve dünyanın nereye gittiğini iyi saptama yeteneklerini gördükçe. Ülkenin durumuna daha da fazla üzülüyorum.