Bu tutum Köşk’e hiç yakışmadı

Cumhurbaşkanı’nın, Orhan Pamuk’u görmezden gelmesi, bir küçük tebrik mesajı dahi yollamaması, Çankaya Köşkü’nün ağırlığına hiç uygun düşmedi. T.C. Cumhurbaşkanı’nın böyle bir tutum takınmaması gerekirdi.

Haberin Devamı

Günlerdir herkes bekliyor.

 

Cumhurbaşkanımız Sezer’in, Nobel ödülü sahibi Orhan Pamuk’a bir mesaj yollayıp yollamayacağı hala merak konusu.Kimse ümidini kesmedi. Cumhurbaşkanı’nın, kişisel memnuniyetsizliğini göstermek için kutlama mesajını birkaç gün geciktirmiş olabileceği tahmin edildi. Ancak, bu yazı yazılana kadar, Çankaya’dan hala bir ses çıkmamıştı.

 

Bu tutum Cumhurbaşkanlığı makamına yakışmadı. Verilen ödül, Uluslararası kuş sevenler derneği ile ilgili değil. Bütün ülkelerin üstünde titredikleri ve elde edebilmek için çırpındıkları bir ödül söz konusu.

 

Cumhurbaşkanımız acaba Nobel ödülüne mi, yoksa Orhan Pamuk’un sözlerine mi tepki göstermektedir. Bizler bundan da emin değiliz...

 

Haberin Devamı

Bu yaklaşımı, Sayın Sezer’in kişisel tercihi olabilir. Ancak, Cumhurbaşkanlığı makamı bu ülkenin bir kesimini temsil etmez. Bütün toplumu temsil eder. Özellikle de, fikir özgürlüğünü koruması ve kollaması gerekenbir makamdır.

 

Sayın Cumhurbaşkanımızın bu tutumunu doğrusu hiç anlayamadık ve çok yadırgadık.

                                             *                               *                               *

DEVLET, BİR 6-7 EYLÜL’Ü ÖNLEDİ

 

Geçmiş yıllardaki krizleri düşünüyorum da,bugün yaşananlara gösterilen tepkilerle, eskiler arasında büyük fark görüyorum.

 

Hafızanızı yoklayın.

 

Eski ünlü krizlerde neler yaşardık?

 

Örneğin, Ege krizleri, Kıbrıs krizleri, Türk kökenlilerin Bulgaristan’dansürülüşü sırasında yaşananları hatırlıyor musunuz?

 

İlk aşamada, toplum seyirci kalır, devlet ayaklanırdı. Başbakan ve bakanlar sertkonuşmalar yaparlar, komutanlar heyecanlı demeçler verirler, birlikler bir yerden bir yere yollanır, TRT’de kahramanlık şarkıları söylenirdi.

 

Haberin Devamı

Devlet, toplumu öylesine kışkırtır, öylesine kışkırtırdı ki, bir süre sonra kıpırdanma başlardı. Bu da yetmez, devlet göz kırpar ve bürokrasi mitingleri dahi organize ederdi.

 

Sivil Toplum Örgütlerinin neredeyse tümü devletten yanaydı. Ankara’dan göz kırpılınca hepsi sokağa dökülürlerdi. Bir yerden bir yere gitmeleri gerekirse, devlet o zaman  KİT’lere (Kamu İktisadi Teşekkülleri) veya belediyelere emir verir ve otobüsler, kamyonlarla “protestocular” taşınırdı. Nereye çelenk konacak, hangi sloganlar atılacaksa onu da bürokrasi saptardı.


BUGÜN DEVLET FARKLI DAVRANIYOR

 

Bugün durum daha farklı.

 

Devlet yine güçlü. Yine istediğini yaptırabiliyor, ancak eskisi gibi her şeyi kontrol edemiyor. Sivil Toplum Örgütleri (STÖ) devleti eskisi gibi dinlemiyor. Tam aksine, devletkontrol edemiyor. STÖ’ler ayaklandılar mı, önlerinde durulamıyor. Hele polisten dayak yemeği göze alanlar varsa, kimse durduramıyor.

 

Haberin Devamı

Benim en çok dikkatimi çeken, bu son kriz sırasında devletin sağduyulu yaklaşımıydı.

 

Hele seçim sürecine girildiği bir sırada, ne Başbakan, ne de bakanlar, abartılı bir tepki gösterdiler. Tam aksine, yatıştırıcı davrandılar. Komutanlar da, ağızlarını açmadılar.

 

Oysa Başbakan, fırsat bu fırsattır diyerek, fırtına estirebilirdi. Öyle bir milliyetçilik gösterisine girerdi ki, önünde ne MHP ne CHP, kimseler kalmazdı. Vatan kahramanı olarak alkışlanır, omuzlarda taşınır ve seçimlere bu rüzgarla gidebilirdi.

 

Tayyip Erdoğan, boykotları engellediği gibi, kabaran heyecanları yatıştırıp, bu ülkeyi yeni bir 6-7 Eylül faciasından kurtardı.

 

Aynı şekilde, ulusalcı ve milliyetçi çevreler de Orhan Pamuk’u eleştirerek prim yaparken,Dışişleri Bakanı Gül, medyanın önünde Pamuk’u tebrik etti. Başbakan’ın da aradığı ve kutladığı açıklandı.

 

Haberin Devamı

Devlet, Türkiye’ye yakışır biçimde davrandı.

 

Ucuz politika yapmadı.

 

Oy kazanabilmek için, ülkeye zarar verme yolunu tercih etmedi.

                                             *                               *                               *

FRANSA’YI AİHM’E ŞİKAYETİN KOŞULU VAR

 

Şu sıralarda en sık duyulan öneri, Fransa’yı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) şikayet etmekle ilgili. Bildiğini sananlar da konuşuyor, bilmeyenler de. Fransa’nın, temel özgürlüklerin başında gelenfikir özgürlüğünüihlal ettiğini, dolayısıyla Türkiye’nin AİHM’e şikayet için hakkı doğduğu söyleniyor. Oysa gerçekler karşımıza bambaşka bir senaryo çıkarıyor.

 

  1. Devletler birbirleri aleyhinedava açamıyorlar. Yani, Türkiye’nin böyle bir adım atmasını önerenler bilmeliler ki, Ankara Paris’ten şikayetçi olamaz.
  2. Bir yasa, resmen yürürlüğe sokulmadan şikayet konusu edilemez. Fransız Parlamentosu’ndan geçen yasanın,senato tarafından da kabul edilmesi, ardından da cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasıgerekiyor. Yani bu haliyle, şikayet konusu edilemez.
  3. Bu yasanın AİHM’e götürülmesi ancak şu biçimde gerçekleşir: Yasa yürürlüğe girdikten sonra, biri (ister Fransız, ister Türk, ister başka bir ülke vatandaşı) ‘Ermenistan’da soykırım olmamıştır’ der ve mahkum olur. Mahkumiyet kararı gerçekleştikten sonra bu kişi, fikir özgürlüğünün kısıtlandığını belirtip AİHM’e başvurabilir.

 

Haberin Devamı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yakın çevrelere sordum ve hepsinden aynı yanıtı aldım : Başvuru olursa, AİHM bu yasayı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı bulur. Hem tazminat kararı verir, hem de Fransa’yı yasayı değiştirmeye zorlar.

 

Anlaşılan, bir süre sonra, aramızdan çıkacak kahramanlara ihtiyaç olacak. Acaba bugün “Ben gidip, ‘soykırım yoktur’ diyeceğim ve kendimi mahkum ettireceğim” diye mangaldakül bırakmayanlardan kaçı ortada kalacak?

 

Gerçek savaşçılar, o gün geldiğinde anlaşılacak. Palavracıların listesini de ben bu köşede yayınlayacağım.

Yazarın Tüm Yazıları