Paylaş
Gazetelerdeki habere çok hayret ettim.
Yeni Sanayi Bakanı Nihat Ergün, 13 milyar dolarla, Türkiye’nin toplam ithalatının yüzde 15’ini oluşturan Çin mallarına boykot çağrısı yapmış. Her ne kadar, yarım saat sonra Bakanlık sözcüsü “Bu çağrı bizi bağlamaz, Bakanın kişisel görüşüdür” gibi, son derece garip bir açıklama yapıp işi geçiştirmeye çalışmış olsa dahi, Nihat Ergün’ün bu tuzağadüşmüş olmasındaki vahameti ortadan kaldırmıyor.
10’uncu Yozgat Sanayi ve Ticaret Fuarı açılışında konuşan Ergün, Şincan özerk bölgesinde yaşanan olaylara karşı herkesin duyarlı olduğunu, halkın bu duyarlılığını dile getirdiğini söylemiş. Sadece protesto gösterileriyle yetinilmemesini isteyen Ergün: “Protesto gösterileri dışında milletçe yapacağımız başka işler de olmalı. O ülkelerin mallarına karşı bir tutum sergilememiz lazım. Bu tutumun, bizim milletimiz tarafından zaman zaman gösterildiğini, bugün de gösterileceğini, gösterilmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum.” demiş.
Bir siyasetçinin, heleNihat Ergün gibi bir Sanayi Bakanı’nın böylesine bir tuzağa düşmesi kabul edilemez.
Yakın geçmişimiz bu tip boykotçağrılarıyla doludur. En fazla boykot çağrısıFransa’ya yönelik yapılmıştır. Ermeni sorunuyla ilgili her gelişmeden sonra mutlaka büyük sözlerle Fransız ürünleri boykot edilmiş, ancak birbiri yürümemiştir.
Almanya, İsrail, Yunanistan, hatta Amerika da bu tip fırtınalardan nasiplerinialmışlardır.
Yine, hiçbiri başarılı olmamıştır.
Boykot çağrıları, laf olsun diye, toplumda psikolojik hazırlık yapılmadan ortaya atıldığındayürümez. Örnekleri de ortadadır.
İyisi mi, başarılamayacak çağrılar yapmamak en doğrusu...
FEVRİLİK ERDOĞAN’IN İŞİNE YARIYOR...
Başbakan, zaman zaman gevri davranışlarda bulunmakla suçlanır. Gerçekten de bazı olaylarda kendini tutamamak ve tepesi atınca, belki de sonradan pişman olabileceği sözler sarfetmek alışkanlığı vardır.
Siyasetçilerbu konuda çok duyarlıdırlar.En çok korktukları da ani tepki göstermek ve sonradan ağırsiyasi faturalarla karşılaşmaktır. Bundan dolayı sözlerine dikkat ederler. Bazen öylesine dikkatli olurlar ki söyledikleri anlaşılmazlaşır. Güç durumdakaldıklarında, hiç bir anlama gelmeyen, soyut laflarla için içinden çıkmaya çalışırlar. Kimi zaman da pek başarılı olamazlar.
Bu genel yaklaşımın en önemliistisnası AKP lideri Tayyip Erdoğan’dır.
Başbakan kadarsöylemekistediğini olduğu gibi, pek evirip çevirmeden, yani siyasilerin kaçınmaya çalıştıkları siyasi kazalara hiç kulak asmadan söylüyor. Siyaset gereği davranmıyor.
Örnekleri saymakla bitmez.
Gecekonducuların gözlerinin içine bakıp “devletin malını yağmalayamazsınız” diyor.
Kendi partisinin mensupları da sık sık bu fırçalardannasiplerini alıyorlar.
Meydanlardaki konuşmalarında ne zaman kime çakacağı pek bilinmiyor.
En son ve Uluslararası yansımalarıyla hala konuşulan “One minute” tepkisi dillerden düşmüyor.
Ancak, işin garip yanı, bu alışılmamış yaklaşım Erdoğan’a birçok alanda avantaj sağlıyor.
Örneğin, Uluslararası ilişkilerde artık “Aman Erdoğan’ın fazla üstüne gitmeyin, sinirlenince öyle bir laf eder ki, hiçbirimiz altından kalkamayız” cümleleri duyulur oldu.
Açıkçası, Erdoğan muhataplarını korkutuyor.
Bu ne kadar avantaj, ne kadar dezavantajdır bilinmez, ancak ortada böyle bir gerçek var.
Aynı korku parti içinde de var.
Kimseler Başbakan’ın ters yanına düşmek istemiyor. Mümkün olduğunca liderlerinin beğeneceği görüşleri ortaya atıyorlar.
Tabii bu durum çok tehlikeli. Zira etrafından farklı görüş alamayan bir liderin vereceği kararların çok sağlıklı olamayacağı besbelli.
Ne sakıncası olursa olsun, Erdoğan’ın alışkanlıklarından vazgeçeceğine dair de hiçbir bir işaret yok.
TÜRKİYE’Yİ TANITMAK İÇİN FRANSA OLMAK GEREKİRMİŞ
Fransa’da “Türkiye yılı” yaşanıyor. Çeşitli kültürel faaliyetler, konserler, gösteriler, sergiler düzenleniyor. Toplam 20-25 milyon euro’ya mal olan dev bir organizasyon.
Bunu düzenleyen de, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karşıçıkanSarkozy’nin Fransası...
Sarkozy’e kızabiliriz, ancak hakkını da verelim. Fransızlar, gerçekten Türkiye’yi son derecebaşarılı bir şekilde tanıtıyorlar. İnsana “Türkiye’yi tanıtmak için Fransız olmak gerekirmiş” dedirten cinsten bir gösteri düzenlemişler. Allahtanda bizebırakmayıp tüm organizasyonu kendileri yapmışlar. Son derece başarılı ve son derece etkili.
Sarkozy istese bu yılı iptal edebilirdi. Hatta bir ara iptal edileceği dahikonuşulmuştu, ancak sonunda “ikili ilişiler çok önemlidir” kararı alındı ve yola devam edildi.
Bütün bu gösteriler için yaklaşık 7-8 milyon euro’yu Fransızlar verdi. 15 milyoneuro ise, Türkiye’dençıktı. Kimin cebinden çıkarsa çıksın, para böylesine güzel bir olaya gidiyorsa, kimse şikayetçi olmaz.
Fransızlar da, Türkiye’ye verdikleri önemi göstermiş oldular.
GENÇLER NE YAPIN EDİN, DİL ÖĞRENİN
Üniversitelerde konferans verdiğim her defasında veya gençlerle birlikte olduğumda hep aynı soruyla karşılaşırım: Bize ne tavsiye edersiniz?
Ben de hep aynı yanıtı veririm: Ne yapın edin, mutlaka en az 1 yabancı dil öğrenin. İlk tercihiniz İngilizce olsun. İkincisi, yapacağınız iş veya seçeceğiniz mesleğe göre değişsin.
Türkiye’de iş bulmak artık üniversite mezunu olmakla sağlanmıyor. Daha fazla şansım olur, diye üniversiteye gitmeyin.
İlk işiniz, ailenizin geliri yetersizise, üniversite yerine çok iyi yabancı dil eğitimi alın. Ardından da, elinizin en yatkın olduğu veya en fazla merak duyduğunuz bir alana atılın. Sevdiğ işi yapan, iyi 1-2 yabancı dil bilen bir gencin bayarı şansı çok daha büyüktür.
Bu yazıyı yazmamın nedeni gazetelerde, YÖK Başkanı Yusuf ZiyaÖzcan’ın Başbakan Erdoğan’a atfen anlattığı bir konuşma.
Başbakan yabancı dil bilmenin nasıl acısını çektiğini anlatmış., “utanıyorum” demiş.
Haklı...
Türkiye’nin ön güçlü kişisi, en önemli uluslararası sorunlar konuşulurken, süper güç ülke liderleriyletartışırken söylenenleri anlamıyor. Etrafındakilerin yardımına muhtaç oluyor.
Türkiye’nin en zengin adamı rahmetli Vehbi Koç da dil bilmezdi. Birbgün büyük bir toplantıdaydık. Etrafımız Amerikalı, İngiliz iş adamlarıyla doluydu. Bir ara dayanamadı. “Biliyomusun sana ne kadar gıpta ediyorum. Yabancı dilbiliyorsun. Ben ise, başkalarına muhtacım. Kendimi, yarım insan gibi hissediyorum” dedi.
Gerçektende, öğreneceğiniz her yabancı dil, sizi 2’ye çarpacaktır.b iki insan olacaksınız.
Yemeyin, içmeyin, dil öğrenin...Ailelere de önerim aynıdır: Çocuklarınızı yarış atı gibi üniversite sınavlarına hazırlalak için kucak dolusu para dökeceğinize, onlara dil öğrenme imkanı hazırlayın. Paranızı onaharcayın.
Evladınızınşansını bu şekilde arttırın.
NERMİN BEZMEN’İN EN HOŞ KİTABI...
* Bu kadar içten, bu kadar hoşbir kitapla karşılaşacağımıbilmiyordum. Nermin Bezmen, yılbaşında kaybettiğieşi Pamir’e yazmış bu kitabı. 34 yıllık aşk’larını anlatıyor. “Bizim Gizli Bahçemiz’ hem “Bak, Pamir, hatırlıyor musun nasıl birbirimizi sevmiştik” diyor, hem de “Sen gittikten sonra bak neler oldu?” diyor.
Bazı bölümleri acıklı, diğer bölümleri çok hoş ve çok içten yazılmış bir kitap. Zaten “Beni, herkesi sevdiğinden ve kendinden fazla seven erkeğe, Pamir’ime” diye ithaf etmiş ve tadına doyum olmaz bir eser yaratmış.
*
* CAN TÜRK’ ün MİT İtirafları’nın 3 üncü baskısı Doğan Kitap’tan piyasaya verildi ve tabii Ercan Gün’ün imzasını taşıyor. Önceki baskılara oranla farkı yeni belgelerin eklenmesi. Behçet Cantürk, üzerinde çok spekülasyon yapılan biri ve Ercan Gün olaya çok ilginç yeni açılar getiriyor.
Paylaş