Paylaş
Birkaç yıldan beri ülkedeki kuvvet dengeleri değişmeye başladı. Özellikle, Ak Parti’nin kapanma davasından sıyırmasıyla birlikte, bir çok kurum arasında önemli bir hesaplaşma başladı.
Bu hesaplaşmanın içinde biri var ki, bence en tehlikelisi.
Türk Silahlı Kuvvetleri'yle, iktidar ve Medya arasındaki kavgadan söz ediyorum.
İlk başlarda, sınırlı bir eleştiri gibi algılandı.
Gerçekten de, eleştiriler ilk dönemde dengeliydi. Ancak, TSK hiçbir eleştiriye alışmadığından dolayı, tepkilerini arttırır oldu.
Ardından Ergenekon davaları geldi ve ipin ucu kaçtı.
Medya’nın eleştirileri arttı.
Yargı’nın, Ergenekon ve Balyoz davalarındaki kimi zaman epey hoyratlaşan tutumunun faturası da iktidara ve medyaya kesildi.
Genelkurmay Başkanı başta, TSK bu eleştiri ve ardı ardına gelen yargılamalara büyük tepki gösterir oldu. Eskiden en basit bir eleştiri veya sorgulamayı dahi kabul etmeyen TSK'da, değişen bu atmosfere ayak uyduramadı veya uydurmak istemedi.
Tırmanma artık inanılmaz noktalara geldi.
Bugün, medyanın bir bölümü TSK’yı sert şekilde eleştiriyor.
TSK da aynı sertlikte yanıt veriyor.
Mütarekere basını diye suçlayabiliyor.
İktidar da bu gelişmeleri sessizce izliyor.
Ancak bu gidiş, yavaş yavaş tehlikeli bir noktaya gelir oldu.
Kendi askeriyle kavga eden bir ülke görüntüsü veriyoruz.
Medya eleştirebilir.Hatta gerektiğinde sert eleştiri de yapabilir.
Ancak hakaret edilmemeli.
TSK'da bu eleştirilere yanıt verebilmeli ve vermeli.
Ancak eleştiriler, hakaretle yanıtlanmamalı.
Nihayet, iktidar da bu gelişmelere seyirci kalmamalı. Adeta “Biraz daha burunları sürtülsün. Yavaş yavaş yeni düzene alışsınlar” diye, yaşananları görmezden gelmemeli.
Zira, bu gidiş durulmaz ve bir uzlaşı çerçevesinde buluşulmazsa, Türkiye çok tehlikeli bir sürece kayar. Unutmayalım ki, ülkemizin en önemli kurumu TSK’dır. Bu kurumda başlayacak bir çözülmenin faturasını hepimiz öderiz.
Ancak TSK'da artık, eski dönemlerin kapandığını, sivil otoritenin ve medyanın denetimi döneminin başladığını kabul etmeli. Buna göre hareket etmelidir.
Gelin yeniden başlayalım.
Ordusuyla kavga eden değil, ordusunu denetleyen bir sivil ilişkiye girelim.
Bu kavga bu şekilde devam ederse, kim kazanır biliyor musunuz?
PKK kazanır...Türkiye’yi hırpalamak isteyenler kazanır.
Bindiğimiz dalı kendi kendimize kesmeyelim.
* * *
ERDOĞAN YİNE GÜNDEMİ BELİRLEDİ
Gündemi kim belirliyor?
Önceleri “gündem belirleme” lafını en çok Turgut Özal döneminde telaffuz etmiştik. Turgut bey bu konuda öylesine mahir bir liderdi ki ortaya bir polemik konusu atar, ya da durup dururken öyle bir laf ederdi ki biz gazetecilerin konuşmaktan çeneleri ağırırdı. Ancak Başbakan Erdoğan’ın Turgut Özal’ı tahtından indirdiğini artık rahatlıkla söyleyebilirim.
Başbakan sayılarının 25’i bulduğu söylenen dev bir iletişim ekibiyle Türkiye gündemini belirlemeye devam ediyor. Kah CHP tarihine dalıyor, kah edebiyat eserinden alıntı yapıyor. Kimi zaman bir şiirle ya da tarihten bir yaprak kıvamındaki verdiği örnekle birdenbire gündemi altüst ediyor. Gazi Mahallesi’nde 1995 yılında yaşananlarla, Danıştay saldırısı arasında öyle bir bağ kuruyor ki, basın, Danıştay saldırısını mı yoksa Gazi Mahallesi olaylarını mı yeniden sayfalarına taşısın karar veremez hale geliyor.
Başbakanın akil isimlerinden danışmanı Yalçın Akdoğan geçtiğimiz günlerde bu “gündem belirleme” becerisinin altını çizdi. Şimdilerde ise bir Hitler polemiğidir gidiyor. İşin ilginç yanı bu veciz örneğin sahibi CHP lideri Deniz Baykal’dı.
Ancak Erdoğan rakibini kendi silahıyla vurdu. Hitler ile İnönü arasında öyle bir anoloji kurdu ki tarihçilerden tutun siyasetçilere kadar herkes cumburlop tartışmaya dalıverdi.
Hitler ile İnönü arasında kurulacak bir bağ tabi ki İsmet İnönü’ye haksızlık demekti. Hele hele tarihin aynı sularında yüzmüş bu iki lider arasında bıyıkla bir bağ kurulmasının da mantığı olmasa gerekti. Zira o yılların muhafazakar isimlerinden Fevzi Çakmak da aynı bıyığa sahipti. O yılların modası da öyleydi. Yoksa Hitler ile dalga geçen Şarlo filmlerinin yıldızı Charlie Chaplin’in de Hitler hayranı olması gerekirdi.
Ama Başbakan Erdoğan geçmişte de tek parti dönemini defalarca eleştirmişti. Bu eleştirinin odak noktasında İsmet İnönü olduğunda, Erdoğan da Demokrat Parti geleneğinin diğer ucunda kalıyordu. Kaldı ki Atatürk’ün İnönü’ye yolladığı söylenen telgrafı ile hem bu eleştiride Atatürk’ü ayırıyor, hem de bu dönemde camilerin askerlerden arandırılmasına atıf yaparak dindarlara ince bir de masaj yolluyordu.
Başbakan dünkü konuşmasında bu polemiği devam ettirdi. Üstelik sağ gösterip sol vurdu. Solun efsane isimlerinden Aziz Nesin’in 1948 yılında yaptığı bir eleştiriyi Meclis Gurubu’na taşıyarak dönemin solcularının da CHP’den pek hazzetmediğini hatırlattı. Bu tuzağın içine CHP düştü mü? Bence düştü. İnönü’yü savunmak gerekli ama tarihin dehlizlerinde dolaşmak mı yoksa gündemin yakıcı başlıkları olan işsizlik, yoksulluk, terör, açılım mı derseniz, benim tercihim ikincisi olurdu. Ama o mayınlı araziye girdiğinizde gündemi değiştirecek maharet Erdoğan’da olduğu sürece direksiyon hakimiyetini CHP yine yitirebilir. Benden söylemesi.
Paylaş