Paylaş
Türk kamuoyu, Başbakan Erdoğan’ın Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’ndeki konuşmasından son derece memnun.
Genel tepkileri şöyle özetleyebilirim:
“Yetti be kardeşim, adamlar, yıllardır durmadan eleştiriyorlar. Ne yapsak kendimizi beğendiremiyoruz. Birinin de çıkıp bunlara ağızlarının payını vermesi gerekiyordu ve Başbakan da bunu gayet güzel yaptı. Adamları yerlerine oturttu...”
Ahmet Altan gibi, bu konuşmayı eleştiren ve “Avrupa’ya Türk kalmak...” gibi son derece anlamlı bir başlık altında, bu kadar sert tepkiye gerek olmadığını, Avrupa’nın bir parçası sayılan Türkiye’ nin bazı değerleri kabul etmesi gerektiğine dikkat çekenler de var tabii…
Ben, bu konuşmanın Avrupa’daki yankılarını merak ettim.
Strasbourg ve Brüksel’de Türkiye’yi yakından izleyenlerle konuştum.
Tahmin edebileceğiniz gibi, Türk Başbakanı’nın konuşması Avrupa’da gündem maddesi oluşturmuş değil. Hatta, fazla da yankılanmadı, ancak belirli çevrelerde ilgiyle izlendi tabii.
En ilginç yorum, Başbakan ile aynı gece, geleneksel akşam yemeğine katılan Avrupa Konseyi’ndeki siyasi gurup liderlerinden çıktı. Yemek sırasında, masadaki konuşmaların en önemli ve ortak yanı şuydu:
“...Eğer, seçim kampanyasına girmiş bir lideri davet ederseniz, bu tip tepkileri de önceden beklememiz gerekir...”
Avrupa Konseyi Meclisi’nin siyasi gurup liderleri, açıkça Başbakan Erdoğan’ı suçlamıyorlar, hatta iç politik nedenlerle haklı buluyorlar, ancak kendilerinin iyi bir zamanlama yapamadıklarına dikkat çekiyorlar.
“ ASLINDA ERDOĞAN’A ZOR SORULAR SORULMADI...”
Doğrusunu söyleyelim, Başbakan’a sorulan sorular öyle sert filan da değildi. Bunca yıllık gazeteciliğimde, bu tip toplantılara çok katıldım. 1970-1990 döneminde nice Türk Dışişleri Bakanı’nın paramparça edildiğini gördüm.
Abdullah Gül, hem Başbakan hem de Cumhurbaşkanı olarak iki defa aynı toplantıya katıldı. Ona daha da sert sorular soruldu ve hepsi yumuşak şekilde yanıtını aldı.
Ancak, Erdoğan’ın üslubu farklı.
“...Size mi soracağız...” demesi ve yüzde 10 barajıyla ilgili açıklaması, tamamen iç politikaya bağlanıyor. Seçim kampanyasının bir parçası olarak görülüyor ve fazla üstünde de durulmuyor.
Buna karşılık, kitap toplatılmasını “bomba yapımına yardımcı olanın da suçlu sayılması gerekir” anlamına gelecek şekilde savunma çok tepki toplamış. Strasbourg ve Brüksel’de en çok bu sözleri eleştiri alıyor .
Özetlemem gerekirse, Avrupalı çevreler de Başbakan Erdoğan’ın tekin bir lider olmadığının ve lafını esirgemediğinin farkındalar. Bu üsluba alışmaları söz konusu olmasa dahi, artık ilk dönemlerdeki gibi şok yaratmıyor.
*
VE FRANSA İLE GERİLİM GİDEREK ARTIYOR ...
Başbakan’ın konuşmasında herkesin dikkatini çeken bir diğer nokta, özellikle Fransız Devlet Başkanı Sarkozy’i hedef alması.
Hem konseydeki sözleri, hem bir gece önce Türk vatandaşlarıyla yapılan toplantıda söyledikleri, hem de basın toplantısı bir araya getirildiğinde, ortaya net bir resim çıkıyor.
Nasıl Sarkozy, seçim sürecinde Türkiye’yi Avrupa dışında tutma temasını, kampanyasının en önemli unsurlarından biri durumuna soktuysa, şimdi de Erdoğan aynı yaklaşımı sürdürüyor.
Avrupa’ nın geneline çatmak yerine, Sarkozy’i hedef seçiyor.
Tabii bu yaklaşımın perde arkasında iki unsur daha var.
Biri, Mayıs ayında Fransız senatosunda Ermeni Soykırım tasarısının yeniden gündeme gelecek gibi görünmesi. Şimdiden, böyle bir adımın, zaten gergin ilişkileri ne noktalara götürebileceğinin işaretleri veriliyor.
Diğeri de, Libya’daki gelişmeler.
Ankara’daki genel kanı, Fransa’nın, Türkiye’nin kuyusunu kazdığı şeklinde.
Paris’in Ankara’yı, direnişçilere gereken yardımın ulaşamaması, NATO bombardımanlarının etkili olamaması ve Kaddafi’nin iktidarın bir kesimini elinde tutması için kulis yapmakla suçladığı konuşuluyor.
Yani fatura, masa altından Türkiye’ye çıkarılıyor.
Bu da, Erdoğan’ın tepkisini arttırıyor.
*
YÜZDE 10 BARAJINA AİHM’NİN BAKIŞI...
Başbakan konuşmasında yüzde 10 barajının bu kadar yüksek olmasını, siyasi istikrarın sürdürülebilmesine bağladı, Avrupa’dan örnek verip, “...Sizde de yüzde 7-8’lik baraj var...” dedikten sonra (oysa Avrupa’da yüzde 8 yok. Tek ülkede yüzde 7 var) “Üstelik size de soracak değiliz…” diye sözünü bağladı.
Aslında, AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) kararına da atıfta bulunabilirdi. Hatta daha da inandırıcı olabilirdi.
Hatırlayacaksınız, bu konudaki karar; adil temsiliyet açısından sakıncalı olmasına rağmen, hukuki açıdan bir ihlal değildir, şeklinde çıkmıştı. Hatta mahkeme, bağımsızların kota veya baraja bağlanmadan seçilebilmelerini de gerekçeleri arasına koymuştu.
Neresinden bakılırsa bakılsın, yüzde 10 barajın savunulabilir bir yanı yok. En azından, yüzde 7’lere inmesi kaçınılmazdır. Bu baraj, Kürt siyasetçileri meclis dışında tutmak için koyulmuştu, artık o da işe yaramıyor.
Bütün partiler, muhalefetteyken bu barajdan şikayet ederler, iktidarı paylaşınca, işlerine geldiği için unuturlar.
Ancak bu haksızlık eninde sonunda da düzeltilecektir.
Paylaş