Paylaş
Dün Avrupa Konseyi Assamblesinin toplantısına katılabilmiş olsaydınız, büyük keyif duyardınız. Hele benim gibi, 1972’den bu yana Konseyçalışmalarını izleyen ve bu toplantılarda sadece eleştiri, sadece kötü söz dinleyen, Türkiye’nin sürekli şekilde yerden yere vurulduğunu gören bir gazeteci olup, dünkü manzarayı seyretseydiniz, sizde duygulanırdınız.
30 yıl süreyle bu çatı altında sadece, askeri darbelerin sorgulandığı, sadece işkence iddialarının tartışıldığı, sadece insan hakları ihlallerinden dolayı kınanan bir Türkiye vardı.
12 Mart darbesi (1972), ardından Kıbrıs, o bitmeden 12 Eylül darbesi ve işkenceler, idamlar. Tam “azalıyor artık” derken Kürt sorunu...
Türkiye, ilk defa Özal’lı yıllarda, ardından da 2000’li yıllarda rahatladı.
İşte benim için adeta bir cehennem fırınına benzeyen Avrupa Konseyinde Cumhurbaşkanı’nın ayakta alkışlanması müthiş zevk veren bir olaydı.
Dün Konsey’de, Türkiye coşkusu vardı.
İnsana “ne mutlu Türküm diyene” dedirten bir manzara yaşandı.
Kim olursa olsun, hangi iktidar yönetirse yönetsin,Türkiye için dün Strazgurg’da harika bir gün yaşandı.
DÜNDE ÇOCUKLAR GİBİ ŞENDİK
Cumhurbaşkanı olarak Gül için de son derece duygusal,sembolik ve nostaljik bir gündü.
Gül, 1980’lerde 10 yıl süreyle Suudi Arabistan’da İslam Kalkınma Bankasında uzman olarak çalıştı, ardından 1991yılında parlamenter olarak 10 yıl konsey çalışmalarına katıldı. İslam alemi ile Avrupa sentezini burada benimsedi. Avrupa’daki fikir ve söylem özgürlüğünden çok etkilendi. Çok arkadaş edindi ve başka bir insan olarak 2002 seçimlerine katıldı.
2003’te aynı parlamentoya Başbakan sıfatıyla geldi. Sıra arkadaşları tarafından yine ayakta alkışlarla karşılandı.
“Burası Avrupanın vicdanıdır... Burası İnsan Hakları ve Özgürlüklerin okuludur ve bende bu okuldan mezun oldum” diye başladığı konuşma müthiş bir alkış almıştı.
Hırslıydı, Türkiye’yi nasıl değiştireceğini, İnsan Hakları ve Özgürlükleri konusunda ne reformlar yapacağını anlatmıştı.
Ben de oradaydım.
Aynı şekilde heyecanlanmıştım.
Hatta ertesi günkü Posta yazımda “Dün çocuklar gibi şendik” başlığı atmıştım.
Bu defa da, aynı Gül Cumhurbaşkanı olarak Strazburg’a geldi. Bu defa ise, 2003’te Başbakan olarak verdiği sözlerin ne kadarını yerine getirebildiğini, ne kadarını getiremediğini anlattı.
Başka bir deyişle, kendi karne notlarını eski arkadaşlarıyla paylaştı. “Tabii ki eksiklerimiz var. Ancak Türkiye, hiç geri gitmiyor. Hep ileri gidiyor” dedi.
Anlayış istedi. Belki vicdanında hala 301 acısını taşıyor idiyse dahi, bunu göstermedi.
Assamble’de bütün gün Türkiye konuşuldu. Kıbrıs’a yaptığı ilk dış gezisinden sonra, ilk yabancı dış gezisini Avrupa Konseyine yapması, gerçekten hem çok anlamlı, hem de çok çarpıcıydı.
* * *
“YENİ VE DENGELİ ADAYLAR GÖSTERİN”
Cumhurbaşkanı Gül’ün Avrupa Konseyi Assamble’sindeki gövde gösterisi, bir ölçüde Avrupa İnsan Hakları Mahkamesine gösterilecek olan üç yargıç adayı ile ilgili tatsız gelişmeyle aynı ana rastladı.
Kısa bir hatırlatma yapayım.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde (AİHM) uzun yıllarTürkiye’nin adayı olarak seçilip görev yapmış olan Rıza Türmen’in süresi dolmuşve (yaş haddinden dolayı) iki yıllıkyeni bir dönem için tekrar aday gösterilmesi kararlaştırılmıştı.Ancak Türmen’in, AİHM’nin türban kararına olumlu oy kullanması dinci basını ayaklandırınca AKP iktidarı Türmen’in adaylığından son dakikada vazgeçti ve alel acele, yerine üç yeni aday gösterdi.
Prof. Ruşen Ergeç (Brüksel Üniversitesi)
Prof. Mustafa Erdoğan (Hacette Üniversitesi)
Prof. Arzu Oğuz (Ankara Üniversitesi)
Bu üç aday, tüm adaylara yapıldığı gibi, Komisyon tarafından sözlü söyleşiye alındı. Alt Komisyon, üçünden birini seçip Parlamenter Assamble’ye onay için tavsiye edecekti.
Şok işte bu aşamada yaşandı.
Alt Komisyon, Türk adayları reddetti.
Buraya gelmişken durumu araştırdım.
Meğer, Prof. Ruşen Ergeç ile diğer iki aday arasında, konuyu yakından bilenlerin deyimiyle “dağlar kadar fark” bulunmuş.
“Bizim için önemli olan, her üye ülkenin üçaday göstermesi ve bunlardan birinin bizim tarafımızdan seçilmesine olanak sağlanmasıdır” diyen yetkili, Prof. Ergeç ile diğerleri arasındaki büyük fark nedeniyle reddedildiğine dikkat çekti. “Sanki Prof. Ergeç isteniyormuş ve diğer iki kişi yanına sembolik olarak konmuş gibiydi” diyen ilgililer, örnek olarak Prof. Oğuz’un hemen hemen hiç dil bilmediğini, Prof. Erdoğan’ın da Uluslararası hukukta ezik kaldığını söylediler.
Prof. Ergeç için ise, “50’ye yakın adayın arasında en parlak olanıydı” deniyor.
Anlayacağınız, acele ve beceriksizlik yüzünden gereksiz şekilde iki öğretim üyemiz küçük düşmüş oldu. Şimdi Ankara’nın yeniden bir liste yapması gerekiyor...
Paylaş