Paylaş
Bir türlü şu asker korkusundan kurtulamıyoruz.
Ankara'da kaç gündür garip bir hava var.
“İlker Başbuğ tutuklanırsa , kuvvet komutanları istifa edeceklermiş...”
“Arınç'ı ziyaret edip, hükümete uyarıda bulunmuşlar ...”
“Başbuğ'un tutuklanmasına TSK sessiz kalamaz , mutlaka birşeyler olacaktır...”
Bu söylentiler sadece medya çevrelerinde değil, iş adamlarından, üniversitelere kadar hemen hemen her yerde dolaşıp durdu. Genelkurmay’ın açıklaması, Arınç'ın yalanlaması dahi yetmedi. Emekli dahi olsa, bir genelkurmay başkanının tutuklanması öylesine alışılmadık bir gelişmeydi ki mutlaka asker tepki gösterirdi...
Bu korku veya beklenti genlerimize işlemiş. "Hayır, ne demek tepki göstermek?" diyemiyoruz..."Kuvvet komutanları istifa edeceklerse etsinler, kimi uyarıyorlar?" tepkisini de gösteremiyoruz.
Hala kesin bir tutum alamıyoruz.
Hala bir kuşku var .
Hala askerin sivil iktidara karşı başını kaldırıp " Yeter artık, kesin şu yargılamaları, sonra ne yapacağımızı bilirsiniz " demesini bekleyenlerimiz var.
Hala, askerin sivil iktidarların denetimi altına girdiğini veya girebileceğini bir türlü içimize sindiremiyoruz.
Hala gözümüz Genelkurmay binasında. Işıkların yanıp yanmadığına bakıyoruz .
Türkiye'nin değiştiğini görmezden geliyoruz.
Hala demokrasiye bizzat sahip çıkma zahmetine girmiyoruz. Bu işlevi siyasi iktidarların yerine getirmesini bekliyoruz. BM gözlemcisi gibi seyrediyoruz.
BAŞBUĞ BEKLİYORDU, ANCAK BU KADARINI DEĞİL ...
İlker Başbuğ ile geçen Eylül ayında bir 32.Gün programı yapmıştım. Bu nedenle de birkaç defa buluşmuş ve konuşmuştuk. O günlerde de çok sıkıntılıydı. Sıkıntısı da Andıç davası çerçevesinde en yakın silah arkadaşlarının (astlarının) tutuklu yargılanmasıydı. İfade vermeye hazır olduğunu sık sık tekrarlıyordu. Silah arkadaşlarını yanlız bıraktığına dair suçlamalar, bu sıkıntısını daha da arttırıyordu. Hele astlarının "Komutan emir verdi , biz de yaptık" diye adeta Başbuğ'u ihbar eder gibi bir tutum almaları bu gerilimi daha da artırmıştı.
Kapısının bir gün çalınacağını biliyordu. Ancak tutuklanmayı hiç beklemiyordu. Başkomutan Cumhurbaşkanı’ndan sonra ordunun “Birinci Başkanı” nın hapse atılabileceğini aklından geçirmiyordu. Ne kaçma niyeti ne de delilleri karartma yeteneği vardı.
Başbuğ kendinden çok emindi.
"İrtica ile mücadele için kurulan internet sitelerini başlatan ben değilim. Tam aksine bunları ben kapattım" diyor ve bu gelişmeleri kesin tarihleriyle kendini savunuyordu. Astlarının da suçsuzluklarına inanıyordu.
Başbuğ, Genelkurmay'ın ikinci başkanlığında olsun, genelkurmay başkanlığı döneminde olsun, daima demokrasiden yana bir söylem ile karşımıza çıkmıştır. Basınla ilişkilerinde de açıklığı istemiş ve bu yönde çaba harcamıştır. Buna karşılık, Ergenekon ve Balyoz davaları sırasında da en sert tepkileri gösteren genelkurmay başkanı olmuştur.
SİTELER, 28 ŞUBAT ÜRÜNÜYDÜ...
Bu sitelerin Genelkurmay tarafından kurulmasına, 1999 yılında, Ecevit'in başbakanlığı sırasında, onun da onayıyla izin verilmişti. Amaç, “Bölücü güçlere” karşı mücadele idi. Genelkurmay bu çerçevede 44 internet sitesi açtı. Ancak sadece teröre karşı değil, “İrtica ile mücadele” siteleri de bu paketin içine konumuştu. Kimse karşı çıkmadı. Zira hala 28 Şubat (1997) havası esiyordu ve askerin bu tutumu doğal karşılanıyordu .
Asker için, ülkemizi bekleyen en büyük iki tehlikeden biri “Bölücü akımlar” ise, diğeri de “İrtica” hareketleriydi. Bundan dolayı, 4 site yıllar boyunca yayında kalmıştı. Her şey, 2003 yılından itibaren değişti. Ak Parti'nin iktidar olmasıyla birlikte ve “Çankaya savaşları” sırasında bu sitelerde çıkan haberler iktidarı hedef aldı. Psikolojik bir savaş yürütüldüğü açıkça görüldü. Yayınlanan haberlerin önemli bir bölümünün asılsız olduğu ve direkt suçlama yaptığı tespit edildi... Nitekim, Ak Parti'nin kapatılma davasında, bu sitelerde yayınlanan asılsız haberlerin bir bölümü kullanılmış, Anayasa Mahkemesi AKP'yi kapatmamıştı. Sitelerde yayınlanan haber ve yorumlarla siyasi iktidara karşı bir kampanya yapıldığı apaçık ortadaydı.
2009'da Genelkurmay Başkanı olan Başbuğ, şikayetler üzerine bu sitelerin kapatılmasını ve yeniden düzenlenmesini istemiş, düzenleme yapılmış, yeni isimler alınmış ancak tekrar faaliyete geçmeden, savcılık soruşturma başlatıp çok sayıda komutanı tutuklamıştı.
ALIŞIRSINIZ...ALIŞIRSINIZ
Böylesine alışılmamış gelişmelerle karşı karşıya kaldığımızda hep aynı tepkiler çıkar. "Nereye gidiyor bu ülke? Nedir bu karmaşa?..."
Bu defa da öyle oldu.
Ankara, Perşembe öğleden sonra TV ekranlarına yapıştı. Beklenen, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un savcıya vereceği ifadenin sonuydu. Kimse sonrasını pek tahmin edemiyordu. Şimdiye kadar sayısız komutan tutuklanmıştı, ancak yargının kolları bir genelkurmay başkanına uzanmamıştı. Türk kamuoyunun, kısa bir süre öncesine kadar neredeyse bir tanrı düzeyinde gördüğü, "Dokunulmaz" olarak nitelediği bir makamın, genelkurmay başkanının tutuklanmasını doğal karşılaması imkansızdı.
Nitekim de öyle oldu.
Savcının, kararı mahkemeye yollaması gerilimi arttırdı. En çok söylenen "Yok canım tutuksuz yargılanır" idi. Tutuklama kararı çıkınca, sanki bomba düşmüş gibi sarsıntı yaşandı.
Aklıma Turgut Özal'ın, bir 32. Gün proramında bana söylediği söz geldi:
"Önce şaşırırsınız , ancak sonra alışırsınız...alışırsınız..."
Tükiye çok şeye alıştı ve alışmaya da devam ediyor. Yeter ki günün birinde herşey tersine dönmesin ...
TUTUKLU YARGILAMA REZALETİ...
Nedenini bir türlü anlayamıyoruz.
Yargı neden her önüne gelen dosyayı "Katalog suçlara" sokar? Her önüne geleni tutuklayıp, "Terör örgütü kurmak-çete oluşturmakla" suçlar?
Başbuğ'u kamuoyu önünde "Terör örgütü yöneticisi" olmak "Çete kurmakla" suçlamanın hiçbir inandırıcılığı yoktur. Tam aksine, son derece talihsiz bir suçlamadır.
Şimdi herkes aynı soruyu soruyu soruyor:
Bir zanlı neden tutuklanır? Ya kaçma ihtimali vardır veya delilleri karartma imkanı ... Bunu engellemek için tutuklanır, değil mi? Oysa, Başbuğ'un kaçması söz konusu olmadığı gibi, deliller de yeterince toplandığından dolayı, karartma imkanı da kalmamıştır.
Gayet tabii, yargı kendi tuzağına düştü.
Başbuğ'un astları tutukluyken, genelkurmay başkanının serbest bırakılması garip bir durum yaratacağından dolayı, mahkeme onu da tutuklamak zorunda kaldı .
Tutuklu yargılama rezaleti bitirilmedikçe, bu kısır döngüden de kurtulamayız.
Bu ülkede gerektiğinde bir genelkurmay başkanının da tutuklanabileceği ve hesap sorulabileceğinin görülmesi son derece önemlidir. Bu demokrasinin bir kuralıdır ve çok doğrudur. Ancak, tutuklu yargılama gibi çarpıklıklar sürdükçe, demokrasimiz de yara alıyor.
Sorumlu da bu garabeti bir türlü düzeltmek istemeyen siyasi iktidardır. Ya neden değiştirmediklerini bize doğru dürüst anlatmalı veya gereken adımı atmalıdırlar.
Paylaş