Paylaş
Christian Wulff’un Salı günü başlattığı Türkiye gezisi, neresinden bakılırsa bakılsın, son derece önemlidir. Türk-Alman ilişkilerinin en gerilimli bir döneminde geldi.
Cumhurbaşkanı olduktan sonra, 3’üncü ziyareti için Türkiye’yi seçmesi çok anlamlıdır. Hem de ziyaret için, 5 gün gibi rekor bir zaman ayırması dikkatleri çekti.
Cumhurbaşkanı düzeyinde 10 yıl sonraki bu ilk ziyareti daha da önemli yapan diğer unsur, Başbakan Merkel’in geziden birkaç gün önce, hiç beklenmedik bir sırada “Çok kültürlülük iflas etmiştir... Göçmenler uyum sağlayamıyor” demesinin hemen arkasından, suçlanan göçmenlerin ülkesine gelmesidir.
Wulff, Başbakan Merkel’in gösterdiği sert yaklaşımın aksine, “İslam, Almanya’nın parçasıdır” diyebilen, bu cesareti gösterebilen bir kişi. Hatta, bu tutumundan dolayı ünlü Focus dergisinin Wulff’a, fotomontajla hoca sakalı takıp yayımlamasına rağmen, Cumhurbaşkanı’nın yaklaşımını değiştirmemesi önemlidir.
Alman Cumhurbaşkanı bence, geleceğin Almanyasını temsil ediyor. Soğuk savaşı geride bırakmış, İslam ile barışık bir Almanya’dan söz ediyorum.
İniş çıkışları bir yana bırakalım.
Almanya, Türkiye’nin Avrupa yolundaki lokomotifidir.
Ankara, Almanyasız Avrupa’daki yerini bulamaz.
Avrupa dışında kalmayı kararlaştırsa dahi, Türkiye Almanyasız yapamaz.
Hiç kompleks duymayalım, bunca yıl sonra artık iç içe girdik. Merkel ne derse desin, Türkiye ve Türkler, artık Alman yaşamının bir parçası konumuna gelmiştir.
Almanya’da TAVAK’ın verdiği rakamlara göre, 75 bin Türk işvereni var. Tam 400 bin kişiye iş imkanı sağlıyorlar.
Bunlar küçümsenemeyecek rakamlardır.
Zaman zaman yanlış anlamalar, gereksiz polemikler yaşansa dahi, Türk-Alman ilişkileri her bakımdan hayati değerdedir.
* * *
12 BİN YARGICA HAKSIZLIK EDİLİYOR
Salı sabahı, CNN Türk’ün Parametre programında, Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Metehan Demir, HSYK’nın seçimiyle ilgili olarak “Yargı mensupları oylarını gizli kullanıyorlar, nasıl baskı altında kalmış olabilirler, anlamak güç” mealinde bir noktaya dikkat çekti.
Doğrusunu söylemek gerekirse, 12 bin yargı mensubunun eline, bakanlığın bir liste vermesini ve onların da korkup, oylarını gizli şekilde kullanacak olsalar dahi, yine de ellerine tutuşturulan isimlere oy atmaları bana pek mantıklı gelmiyor.
Türkiye’de resmi makamlar, kadrolarındaki bürokratlarının onlarcasını, hatta yüzlercesine etkileyebilirler. Özellikle, küçük yerlerdeki yargı mensupları kolaylıkla baskıya boyun eğebilirler, ancak 12 bini birden korkutulup sandığa gönderilemez.
Çok abartılı bir iddia...
Ancak, madalyonun bir de öbür yanı var.
Bugün kamuoyunun bir bölümünde, HSYK’nın tamamen iktidarın istediği isimlerden oluşturulduğu algılaması var.
Kabul edin veya etmeyin... Yanlış ve abartılı bulun... Bu gölge, doğru veya haksız şekilde HSYK’nın üstüne düşmüştür. Kim ne derse desin, Bakanlık istediği kadar yalanlasın, yine de bu damgadan kurtulamazlar.
Bakanlık HSYK seçimini çok kötü yönetti. Kamuoyuna yönelik açıklamaları son derece yetersiz kaldı. İktidarların, özellikle Ak Parti iktidarının zaten her adımı kuşkuyla karşılanırken, çok daha dikkatli davranılabilirdi.
HSYK’ya, personel genel müdürünü, müsteşar yardımcısını, adalet okulunun yüksek bürokratını seçtirmenin ne gereği vardı ki... Zaten hem bakan, hem de müsteşarı toplantılara katılıyor. Toplantılarda, daha fazla bir desteğe ihtiyaç yoktu...
12 BİN YARGI ADAMINI YİNE HSYK TEMİZE ÇIKARACAK
Taha Akyol’un Salı günkü yazısında değinilen nokta çok yerindeydi.
HSYK üstündeki sabıka, yine aynı kurum tarafından kaldırılabilir.
Yapılacak atamalar ve alacakları kararlarla, orta ve uzun vadede hem kendilerini, hem de 12 bin yargı mensubunu da aklayabilirler.
Üstelik, bu konuda çok duyarlı davranılması gerekir. “İşte kötü niyetli muhalifler” deyip, bugün yaşananların üstü örtülmemeli. Zira yargı üstündeki bu leke silinmedikçe, kamuoyundaki Adalet hissi zedelenecektir. Yargıya zaten güven duyulmadığı böyle bir dönemde, kuşku ve kaygılar hafife alınılmamalı.
Kamuoyunu okumak diye bir ilim vardır.
Kamuoyunu iyi okuyamayanlar, ne kadar haklı olurlarsa olsunlar, sonunda kaybederler.
Paylaş