Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in Strazburg’da söyledikleri yeni değil. Baydemir, Öcalan ve PKK adına konuşmuş. AB Parlamentosu Başkanı Borell, Baydemir’e statü vererek ve hiçbir uyarıda bulunmayarak büyük hata etmiştir.
Diyarbakır Belediye Beaşkanı Osman Baydemir benim gözümde, önde gelen Kürt liderlerinden biri konumundadır. Yakın bir gelecekte de, Kürt siyasi oluşumunun lideri olacaktır. Birikimi , konuşması, yaklaşımı, vücut dili ile ön plana çıkıyor.
Ancak en önemli sorunu, Öcalan’a bağlılığı, PKK’ya sahip çıkışı. Baydemir, Kürt hareketini şekillendirmek için (uzun vadede) yanlış bir seçim yapıyor.
Aslında Baydemir’in bu görüşleri, Güneydoğu’da geniş bir Kürt kesim tarafından paylaşılıyor. Daha da geniş bir Kürt kesim ise tam aksini düşünüyor. İmralı ve PKK’nın etkisinden kurtulmak, siyasallaşıp parti kurmak istiyorlar.
Ancak olmuyor, zira Öcalan ve PKK, Kürt siyasal kesimine son derece hakimler. Onların dedikleri oluyor, kimse karşı çıkamıyor. Son günlerdeki sokak olayları ve Baydemir’in Strazburg’daki yaklaşımları bir araya getirilince, ortaya şöyle bir manzara çıkıyor:
1. Öcalan’ın tutukluluk halinin daha rahat bir ortama sokulup, ilerde serbest kalacağının sinyallerini almak.
2. PKK’nın dağdaki kadroları ve hapisteki adamlarına af çıkarttırmak.
3. Güneydoğu’da aşamalı biçimde, önce yerel, ardından bölgesel denetimi yerleştirmek, ardından otonomiye kadar gidebilecek bir süreci başlatmak.
Kısa bir süre öncesine kadar talepler böylesine yaygın ve derin değildi. Kişisel temel hakların ötesine geçilmiyordu. İnsanların çoçuklarına, köylerine Kürtçe isim verme, ana dilinde konuşma, kültürünü sürdürme, Kürt varlığını kabul ettirme ...vs...vs.
Temel Demokratik ve insan haklarını elde etme mücadelesi verirlerken, hem de bu ülkedeki Demokrat-Liberal çevreler, hem de Avrupa Birliği ve Avrupa Parlamentosundan destek veriliyordu.
BUGÜN DURUM ARTIK ÇOK FARKLI
Bugün, kendi içinde bölünmüş ve karışık bir manzara yansıtan Kürt hareketinin Öcalancı kesimi yavaş yavaş Kuzey Irak’taki gelişmelerden etkilenmeye başladıklarının işaretlerini veriyorlar.
Belki yanılıyorum ancak, sanki bölge’de adım adım oto denetim oto kontrol, ardından otonomi ve çok ilerde de neden olmasın federasyona gitmek istiyorlarmış izlenimini veriyorlar.
PKK’nın mayınlı ve sokak gösterili terörü de, bu bilinçlenmeyi yaygınlaştırmak için kullanılıyor.
Ben defalarca yazdım; Kürt kökenli vatandaşlarımızın kişisel temel haklarını almaları, siyasi haklarını kullanmaları konularında yıllarca destek verdim.
Ancak bugün durum değişiyor.
Avrupaya doğru hızla yol alan Türkiye’de, temel hak ve özgürlükler artık sorun değildir. Hele AB ile müzakere masasına oturacak olan bir Türkiye’de, sokağı darmadağın etmenin, mayınlı terör yapmanın tek açıklaması ayrılıkçılıktır.
Hem teröre, hem de ayrılıkçılığa kesinlikle karşıyım.
AVRUPA PARLAMENTOSU DA KARŞI ÇIKMALIYDI
İşte bu çerçevede, Avurpa Parlamentosu’nun Baydemir’i Diyarbakır Belediye Başkanı olarak olarak kabul etmesi doğal sayılabilir, ancak Baydemir’e terörün desteklenmemesi gerektiğini söylemeleri beklenirdi.
Avrupa Parlamentosu ve Başkanı Borell teröre karşıdırlar. Ancak bu tutumu bu saatte, çok net şekilde söylemeleri gerekirken adeta tereddüt ediyorlar. Veya biz böyle izlenim ediniyoruz.
AB için PKK bir terör örgütüdür.
Avrupa Parlamentosu çatısı altında, bir terör örgütünü öven bir konuşma yaptırılmamalıdır.
Bu yaklaşım, Kürt kökenli vatandaşlarımıza da kötülük etmekten başka birşey değildir.
* * *
12 ELÜL’DEN HEPİMİZ SORUMLUYUZ...
Dün, 12 Eylül askeri darbesinin 25 inci yıldönümüydü.
Türkiye’nin demokrasi yaşamının en ağır ve izleri bugünü kadar süren en karanlık dönemiydi.
Hepimiz 12 Eylül’den şikayet ettik. Oysa ülkeyi askeri darbeye götürenler de bizlerdik.
Çoğunuz hatırlamayabilir. Benim kuşağım yaşadı. Günde 25 cinayetin işlendiği sol-sağ terörü vardı. 12 Eylül sabahı, bugün şikayetçi olanlarımızın tümü –ben dahil- oh demiştik. Kurtulmuştuk.
Ancak o noktaya gelene kadarki dönemin sorumluluğu da bizlerin omuzlarındadır.
Bugün yaşanan Kürt-Türk sürtüşmelerini tahrik eden kafalar, o günlerde sol-sağ adına sahnede yerlerini almışlardı. Ülkenin bir iç savaşa girdiğini bilmelerine, görmelerine rağmen bilinçsiz şekilde birbirlerini öldürdüler. Sonunda kaybedeceklerini görmelerine rağmen, kıyasıya dövüştüler. Düdük çalınıp maç tatil edildiğinde, sağcısı da solcusu da ezilip gittiler.
Politikacılarımız da sorumluydular.
Ülkenin nereye gittiğini görmelerine rağmen, uzlaşamadılar. Demokrasinin ortak paydalarında buluşmak istemediler. Tüm uyarılara, tüm çağrılara rağmen inatlaştılar. Büyük resmi görmek yerine, küçük oy hesaplarıyla hareket ettiler.
Medya da dar görüşlü davrandı.
Sol ile sağ’a bölünüldü. Olaylar kışkırtıldı. Sorumsuz bir yayın politikası izlendi.
Üniversiteler, sayıları çok az olan Sivil Toplum Örgütleri de, ya seyirci kaldı veya taraf oldular.
Ve sonunda el birliği ile demokrasiyi duvara çarptırdık. Askeri elimizle davet ettik.
Bu deneyim ortadayken, şimdi aynı oyunların planlandığını gördüğüm zaman tüylerim diken diken oluyor.
Son bir not: Eğer, “Türkiye AB’ye gidiyor, ne olursa olsun, ne kadar iç çatışma çıkarsa, ne kadar kan dökülürse dökülsün asker kıpırdayamaz “ diye hesap yapan varsa çok yanılır. Asker el koymaz, ancak ülke bölünmeye giderse, AB olsun veya olmasın bu toplum Askere yine el koydurtur. Bunu da unutmayalım.