1 Mayıs komedisi artık bitmeli …

Karalar bağlayacağımız yeni bir tarih daha geliyor: 1 Mayıs. Aslında, bütün dünyada İşçi ve Bahar Bayramı olarak kutlanır. Neşe, çiçek ve eğlence ağırlıklı bir kutlamadır. İşçilerin rahat nefes aldıkları, zorluklarını unuttukları bir gündür. Bizde ise, tam tersine dayak-coplama-hakaretleşme günüdür. Hala yetmedi mi ? Hala ısrarla kavga mı edeceğiz ?

Haberin Devamı

1 Mayıs dünyada Bahar ve İşçi Bayramı olarak bilinir. İnsanlar, ellerinde bayraklar ve çiçeklerle yürüyüşler yapar, kırlarda pikniklerde kutlarlar. Bizde ise, çok farklı bir kutlama yaşanır.

          

Yeni değil, çok uzun yıllar öncesinden bugüne kadar, 1 Mayıs dendiğinde hepimizin tüyleri diken diken olur. 1980’li yıllara kadar, 1 Mayıs, Komünist Bayramı olarak algılanırdı. Sendikalar sokağa çıkınca da dayak yerlerdi. 1980’li yıllardan sonra, etrafta Komünizm filan kalmadı, ancak bu defa her 1 Mayıs’ta TAKSİM KAVGASI yaşanır oldu. Sendikalar, Taksim’de kutlama isterler, Valilik ısrarla reddeder. Nedeni de komiktir. Efendim, İstanbul’un trafiği kitlenirmiş !

 

Haberin Devamı

Sanki İstanbul’un trafiği, normal günlerde İsviçre saati gibi işlermiş de, Taksim’de yürüyüş olunca kent mahvolurmuş gibi bir manzara.

 

Her yıl bu inatlaşma nedeniyle kan gövdeyi götürür.

 

Sendikalar Taksim’i yürüyüş parkuruna alırlar, Valilik ise polise, işçileri dövdürür. Böylece , sendikalar bayramlarını coplanarak kutlarlar.

 

Devlet çağdışı kalmış, ancak haberleri yok.

 

Benim en çok şaşırdığım, Devlet’in tutumu. Taksim’i sendikalara kapatırlar, ancak örneğin, polis teşkilatının kuruluş gününde polislerin Taksim’de yürüyüş yapmasına, anıta çiçek konulmasına göz yumarlar. Yılbaşında şenlikler yapılır, insanlar alanı kapatırlar. Konserler verilir. Ancak iş sendikalara gelince, yani bu bayramın gerçek sahipleri söz konusu olunca, hemen yasak konur.

 

Nedir bu komiklik ?

 

Neden sendikadan korkuyoruz ?

 

Gelin bir an önce bu gariplikten kurtulalım.

 

Haberin Devamı

ATATÜRK, İYİ Kİ TERMAL’İ GÖRMÜYOR

 

Geçen hafta sonu, bütün aile Yalova-Termal’e gittik. Çok uzun yıllardır görmemiştim. Aklımda hep o yemyeşiltabiat örtüsü, termalin sempatik oteli kalmıştı. Hele o salkımlı yol...

 

Bu defa büyük bir hayal kırıklığı ile karşılaştım.

 

Yalova depreminden sonrakendini toparlayamamış. Çevresi birpis taş yığını halinde.

 

Özellikle Termal tesisleri ve onların etrafındaki çarpık yerleşim birimleri ise, birbirinden kötü,zevksizdükkan ve evlerle dolu. O güzelim yeşilliği bile çirkinleştirmişler.

 

Termal tesislerinin yanına yeni bir otel yapılmış. Kim çizmişse, kusura bakmasın, eski kominist ülkelerdeki devlet dairelerini andırıyor.

 

Haberin Devamı

Fransızlardan kalma eski otel, hala harabe halinde (Sağlık Bakanlığı’na bağlıymış) öyle duruyor.

 

Hala güzelliğini koruyan tek yer, ünlü salkımlı yol. Onu da, hangi ileri görüşlü yaptıysa,neonlarla ışıklandırmışlar.

 

Özetle, bakımsız, özensiz bir termal ile karşılaştım. Ne yazık... Yalova’lılar halaAtatürk’ün bir defalığınadahi olsa, termalde kalmasıyla gurur duyuyor vegecelediği evi gösteriyorlar. Atatürk Yalova Termal’iyine görse, herhaldetüm yöneticilerini işter atar, bölgeyi de “insansız alan” ilan edip, hiç değilse tabii güzelliğinin korunmasını sağlardı.

 

HASAN CEMAL’İN DEMOKRASİ SAVAŞI

 

 

Uzunca bir süredir Hasan Cemal, Milliyet’tekiköşesinde müthiş bir demokrasi savaşı veriyor. Hem de bir zamanlar çok yakın ilişkisi olan kişi venice kurumlarla ters düşme pahasına böyle bir tutum sergiliyor. Bütün şimşekleri üstüne çekiyor. Zaman zaman eski dostlarından dahi eleştiriler aldığıiçin yalnız kalıyor. Kimi zaman bunalıyor. Ancak yoluna devam ediyor.

 

Haberin Devamı

Hasan Cemal’in ruh halini gayet iyi biliyorum.Ben de zamanında, aynı süreçlerden geçmiştim. Sonra alıştım ve umursamaz oldum. Cemal de artık aldırmıyor.

 

Genel yaklaşımında, demokrasi çizgisinde Hasan Cemal doğruları yazıyor.Ne AKP’lidir, ne de AKP’denbir çıkarı vardır.Makalelerinin büyük bölümündeki fikirleri paylaşıyorum ve de bu köşedeyazıyorum.

 

Bütün bunları yazmamın nedeni de, demokrasi mücadelesinde ve demokratik sistemin nasıl işlemesi konusunda yazan, farklı düşünen Hasan Cemal’leri, lekelemek yerine onlara sahip çıkmamız, insanları AKP’ci, AKP aleyhtarı diye sınıflara ayırmak yerine görüşlerine göre değerlendirmemiz gerektiğine inanmamdır.

 

Haberin Devamı

Unutmayalım, bu ülkede Hasan Cemal’lerinsayısı azdır. Fikirlerini benimsemeseniz dahi,Hasan Cemal’ler korunmalı, kollanmalı ve saygı duyulmalılardır.

 

AMAN’LARI KAÇIRDIK...

 

Gazetelerde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın dünyaca ünlü otel zinciri Aman resorts’un boğaziçindekiHatice Sultan ve Fehime Sultan yalılarını otel olarak işletmek için 150 milyon dolarlıkteklifini reddettiği, ancak 25 yıllığına kiralanmak üzere ihaleye çıkarılmasına karar verdiğiyazıyor.

 

Fehime Sultan yalısı 2002’den beri yanık vaziyette ve otopark olarak kullanılıyor, diğeri ise Yüzme İhtisas’a tahsis edilmiş.Bu iki eski eser hakkındaki bon bir raporda : “Yalıların harap ve atıl durumları, tarihimize önem vermediğimizinkanıtı gibidir” diyor.

 

Gibidir” lafına çok güldüm.

 

Dünya ülkeleri Aman resorts otellerinden birine sahip olmak için yarışırlar. Çünkü Aman’lar başlı başına “destinasyon” otelidir. Yani otele gidilir, şehre değil.Bir yerde Aman oteli olması, o yereancak prestij ve dünyanın çok zengin birmüşteri kitlesini getirir.

 

Aman’cılarla konuştum. Onlar da üzülmüşler. “Hadi ihaleye girdiniz ve kazandınız, planları yaptırıp Türk bürokrasisini yendiniz (2-3 yıl), oteli yaptınız (2-3 yıl). Yatırımınızıgeri almak ve de kar etmek için ne kalıyor elinize? En iyimser tahminle

20 yıl. Değil mi?Bu hangi iş planına uyar anlamam” diyorlar.

 

İyisi mi, biriotopark olarak kalsın.Öbürü de duvarlarından “sezon açılıyor” diye brandalar sarkan yüzme kulübüne kalsın... Bize daha çok yakışır!

 

İSHAK ALATON’UN HAKLI TEPKİSİ

 

İshak Alaton zaman zaman hepimize ayna tutar ve nasıl bir toplum olduğumuzu hatırlatır. Geçenlerde yine patlamış. Referans gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can’a yazdığı bir not internette dolaşıyor. Benim çok ilgimi çekti:

 

“Geçenlerde, Tophane'deki Modern Müze'yi gezdim. Yoruldum. Pencere kenarından baktım,düşündüm gümrük antrepoları ve döküntü binaların sıralandıgı rıhtım boyu, içler acısı bir durumda... Beş altı yıl oluyor, Sami Ofer isimli bir adam,  Mehmet Kutman ile bir olup, buraya milyar dolarlık bir yatırım yapacaktı. Rıhtım canlanacak, yabancı bandıralı gemiler binlerce turist getirecek, Kapalıçarşı pazar günleri bile açık tutulup, ekonomiye katkı sağlayacaktı. Olmadı.

 

Medya ile bürokrasi el elele verdiler, bu projeyi önlediler.

 

Neden? Ofer yahudi! Olmaz! Yahudi'ye mi yedireceğiz burayı?

 

Aradan yıllar geçti. Mezbelelik, perişanlık aynen devam ediyor...

 

Referans'ta Osman Öndeş Londra'daki müzeye Ofer'in yaptığı 45 Milyon Dolarlık bağışı yazıyordu.

 

Aklıma Gülbenkyan geldi. Petrol zengini. Hani kırklı yıllarda Istanbul'da bir müze yapmaya kalkışmıştı. Türkiye'de doğmuş da, hala memleketini severmiş... Akılsız adam... Ankara'daki ''vatanseverler'' adamı sopa ile kovaladılar...

 

Ermeni ya... Olmaz... Doğuştan mundar...

 

O da gitti Lizbon'da müzeyi inşa ettirdi.

 

Türkiye kaybetti, Portekiz muhteşem bir eser kazandı.

 

Geçenlerde, basında, arka sayfalarda  tek sütun ufacık bir haber vardı. Anayasa Mahkemesi, yabancılara gayrimenkul satışını durdurmuş, yasaklamış...

 

Yaşasın! Memleket işgalden kurtuldu... Fakirliğe ve akılsızlığa devam...

 

Bu paranoya, bu yabancı düşmanlıgı, bu gayrimüslim düşmanlıgı, bu anti-semitizm burada devam ettikçe, bizler bu vasatlıga mahkum insanlar olarak, hayatın kıyısında bir yerlerde kalakalırız.

 

Arada bir, bu topluma ayna tutup, bu önyargıların bedelini hatırlatmanızda yarar var derim.

 

 

Yazarın Tüm Yazıları