Paylaş
Sadece yabancılar değil, son 20 yılda Türkiye’de “dev” demek bir yana, büyük bir tesis kurulmadı. Şimdi yerli ve yabancıların hakkını yemeyelim. Bazı büyük yenileme, önemli ölçüde ek kapasite yaratacak tesis yatırımları gerçekleştirildi. Örneğin, Kocaeli’deki Ford fabrikası dünya çapında bir tesis haline geldi.
Bunların yanında hizmet sektörüne ciddi yatırım yapıldı. Son 15 yılda cep telefonu şirketleri başta olmak üzere çok büyük şirketler kuruldu. Turkcell, Vodafone, Avea, Carreufour, BİM gibi devler bu dönemde hayat buldu. Ancak, ben sanayi tesislerine, fabrikalara dikkat çekmek istiyorum. Şimdi bu sayfada bir tablo var.
Türkiye’nin en büyük 100 sanayi şirketinin hangi yıllarda kurulduğunu ortaya koyuyor. Bu tablodan öne çıkanları şöyle özetlemek mümkün:
-İlk 20 içinde son 20 yılda kurulan tek sanayi şirketi Toyotasa. O da 1990 yılında faaliyete geçmiş.
-İlk 20 şirketin önemli bölümü 1950 ve 1960’lı yıllarda kurulmuş. Buna kamular da dahil
-Özel sektörü taşıyan Arçelik, Tofaş, Ford, Ereğli, Tüpraş, Pektim gibi devler, 1955-1970 arasında kurulmuş.
-100 büyük sanayi tesisinin 65’i, sözünü ettiğim bu dönemde faaliyete geçmiş.
-Listenin altına inildikçe 1990’lı yıllarda kurulan sanayi şirketleri de dikkati çekiyor. Özellikle de 1990’ların başında. Ancak, 1990’ların ikinci yarısı ve 2000’lerde neredeyse hiç yok.
500 büyük sanayi tesisi diye baktığımızda, tekstil şirketlerini bir yana bıraktığımızda, tablo yine aynı kalıyor. Türkiye, Arçelik, Tüpraş, Erdemir, Vestel, Pektim, Ford, Tofaş, Renault gibi tesisleri uzun süredir hayata geçiremiyor.
Tabii iş sanayi yatırımıyla bitmiyor. Bankacılık, perakende, bilgi teknoloji yatırımları da önemli. Ancak, unutmayalım ki, sanayi tesislerinde birkaç bin kişi çalışıyor, büyük ihracat gücü ortaya çıkarıyor ve bulunduğu bölgeye inanılmaz katkıda bulunuyor.
Bazı uzmanlar, “Hizmette büyümek zamanı” deseler bile, sanayi yatırımlarını da ihmal etmemek gerekiyor bence… Bunu yerli sermaye ile yapmak zor olabilir. O nedenle yabancıları teşvik etmek, Macaristan, Hindistan, Polonya gibi ülkelere kaçan tesisleri buraya çekmek gerekiyor.
Aslında 5 çeşit genel müdür var
Yönetici ve işadamlarının deneyimlerini dinlemeye bayılırım. İşin özünü anlamak için bulunmaz bir fırsat sunarlar. En çok da işinden yeni ayrılmış, doğrusu ayrılmak zorunda kalmış genel müdürlerle sohbet hoşuma gider. “Yazılmamak” kaydıyla yapılan bu sohbetlerde, Türkiye’deki şirket yönetimi, patronun felsefesini ve genel müdür-patron ilişkisini anlamak daha kolay olur.
Bu sohbetlerden çıkardığım iki ders var: Birincisi, Türkiye’de genel müdür olmak çok zor. İkinci, bu zorluk içinde herkes kendi yolunu buluyor,f arklı bir iş yapma biçimi seçiyor.
Bu da beraberinde 5 farklı genel müdür tipini ortaya çıkarıyor. İtiraz edenler olabilir ama ben bu 5 tipi şöyle özetliyorum:
1. Gerçekten icra gücü olan CEO’lar… Şirkette bütün icra gücünü elinde tutan, kritik kararları, patron ve yönetim kurulunun desteğiyle alabilen bu tip yöneticiler Batılı anlamda CEO olarak adlandırılabiliyor.
2. Bütün gücün kurucuda olduğu şirketlerin genel müdürleri… Çok sayıda küçük şirketin yanı sıra orta ve büyük ölçeklilerde de bu tipte yönetici var. Yetkileri günlük işlerin devamı, insan kaynakları, temsil, satın alma ve dış ilişkileri yönetmekle sınırlı.
3. Vitrindeki genel müdür… Bazı orta ve küçük ölçekli şirketlerde, “kurucu patron”, vitrinde görünsün, kurumsallaşmış havası yaysın diye genel müdür alıyor. Bu tip genel müdürlerin yetkileri oldukça sınırlı.
4. Pazarlama müdürlüğü yapan genel müdürler… Bunlar, özellikle bazı yabancı şirketlerin başında bulunuyorlar ve sadece pazarlama ile iletişim aktivitelerini yürütüyorlar. Strateji, üretim, icra, plan gibi kaygıları hiç yok.
5. Bir de gününü patronunu yönetme geçirenler var. İçlerinde en zor görev onların.
Piyasaya yeni giren şirketten korkmalı mı?
Bütün büyüme dönemlerinde olduğu gibi her girişimciye, her şirkete yeni rakipler geliyor. Bazıları yerli, bazıları da yabancı… Uzun süredir Capital, birkaç yıldır da Ekonomist dergilerinin yayın direktörlüğünü yapıyorum.
Ne zaman yeni bir ekonomi dergisi çıksa, “Sizi nasıl etkiledi, satışlarınız düştü mü?” sorusu ile karşılaşırım. Geçenlerde yine böyle bir soru ile karşılaştım. Bodrum’da yeni açılan önemli bir otelin yöneticileriydi. Şu yanıtı verdim:
“Siz geçen yıl açılmıştınız. Divan Palmira uzun yıllardır orada. Bu yıl da Divan Palmira’da yer bulmakta zorlandık, siz de sezonu yüzde 100 dolu geçirdiniz.”
Gerçekten sektöre, ürün grubuna yeni bir giriş olduğunda bir panik havası doğabiliyor. Şimdi tam böyle bir dönemdeyiz. Oysa, özellikle gelişen sektörlerde yeni girişler pazarı büyüttüğü için, irili ufaklı bütün şirketlere olumlu etki yapacaktır. Örneğin, Algida girdiğinde, Panda’nın sıkıntı yaşayacağı düşünülüyordu. Tam tersi oldu. Gerçi pazar payı yüzde 80’lerden hızla düştü. Ancak, Algida öyle bir sektör yarattı ki, Panda’nın cirosu da müthiş arttı.
Kanyon açıldığında, Metro City’nin düşüş yaşayacağını tahmin ediliyordu. Ancak, öğrendiğim kadarıyla Metro City’nin ziyaretçi sayısında ciddi artışlar olmuş.
Geçen gün bir perakende şirketinin yöneticisiyle sohbet ediyordum. Her açılan yeni alışveriş merkezi, kendi pazarını da yaratıyor. O nedenle de mağaza açmak için kuyruk oluşuyor, araya hatırlı kişiler sokuluyor. Hiçbir yeni alışveriş merkezi, bir başkasının işini elinde almıyor.
Hatta “alışveriş merkezleri geldi, mağazalar batacak” diyenler var. Ben artan ticaret hacminden herkesin yararlanabileceğini düşünüyorum. Önemli olan, fark yaratmak ve iyi yönetmek…
Özetle, “yeni giren, aynı zamanda pazarı da büyütüyor.” Bundan korkmaya gerek yok.
Paylaş