Paylaş
Bir maddesi de ekonomiyle ilgili idi. Orada ekonominin “kimyasının” değiştiğini, geçmişte doğru bildiğimiz belki onlarca şeyin, artık yanlış olduğunu belirtmiştim. Bunlardan biri de döviz idi. Türkiye’de döviz, daha doğrusu dolar uzun yıllar boyunca “yatırım aracı”, daha doğrusu “güvenli liman” olarak görüldü. Zamanında bundan iyi kazananlar da olmadı değil.
Ancak, son 3 yıldır dövizde “paradigma”, yerleşik inanışlar değişti. Türk ekonomisinin yeni yapısı, değişen bankacılık anlayışı ve yabancı sermaye ilgisi doların işlevini farklılaştırdı. Bunun sonucunda ise 1.800’lere kadar yükselen dolar kuru, ekim ayı içinde 1.170’lere kadar geriledi. Bazıları hala umutlu, elinde dolar tutuyor. Bir bölüm uzman ise 1 YTL’nin 1 dolara eşitleneceğini düşünüyor.
Bütün bu tartışmalar, beklentiler ve tahminler, aslında son 2 yılda bize bazı dersler verdi. En azından ben kendi adıma birkaç dersler çıkardım. Bunları, döviz, özellikle de dolara yönelik beklentisi olanlarla paylaşmak istiyorum.
1. Artık yatırım aracı değil: Dolar, 1.8’den başlayan düşüşünü 1.17’ye kadar sürdürdü. Kasım ayında bir miktar daha aşağı gelebilir. Bu dönemde, yani son 3 yılda düşükten alıp birkaç kademe üstünde satanlar dışında kimse kar etmedi. Gelecekte de benzer eğilim devam edebilir.
2. Yılda birkaç kez başını kaldırıyor: Döviz, yılda en az 4 defa başını kaldırıyor. Son 1 yıla baktığımızda, bir defa 1.7’lere, bir defa 1.5’e, iki defa da 1.34-1.40 arasına kadar yükseldi. Her seferinde de çeşitli kesimlerden büyük satışlarla geriledi.
3. Yükselişler eskisi gibi keskin değil: Gerçekten de dolar, en kötü günlerde bile 1.4’ü geçmekte zorlanıyor. Şöyle bir düşünün. 2007’de bir “sanal muhtıra”, bir “cumhurbaşkanlığı krizi”, birkaç “global kriz” yaşadık. Bu dönemlerde bile yüzde birkaçın üzerinde yükseliş görülmedi.
4. Önümüzdeki 1 yılda 1.5’i görebilme olanağı var: Hükümetin ve büyük şirket ile bankaların bütçelerine koyduğu dolar kurunu biliyorum. 1.23 ile 1.30 arasında ortalama rakamlar var. Ben doların, yabancı girişinin olduğu ve global iyimserliğin devam ettiği dönemlerde, 1.2 düzeyinde, hatta altında seyredeceğini tahmin ediyorum. Ama yine birkaç dalgalanma da bekliyorum.
5. Vatandaş hala umudunu kesmedi: Her şeye rağmen Türk vatandaşı dolar almaya devam ediyor. Düştükçe, “alım fırsatı” diyerek 1.7 düzeyinden alımlar yapıldığını biliyorum. Zaten döviz tevdiat rakamları da bunu destekliyor.
6. Dolarla satış zarar ettiriyor: Türkiye’de satılan ürünlere, özellikle konuta dolar fiyat koymak akıl karı değil. Çok sayıda işadamı tanıyorum, bu nedenle büyük zarar ettiler. Zaten bazı şirketlerde YTL, bir bölümünde de Euro’ya dönüş başladı.
Kuzen-damat-gelin” sendromu aile şirketlerini zorluyor!
Türkiye’de 1980 sonrası büyük bir “girişimci” kuşağı oluştu. Yılda birkaç bin şirketten, 50-60 bin şirket kuruluşuna kadar geldik. Cirosu 15 milyon doların üstünde olan 5 bin şirketin bulunduğunu tahmin ediyorum. Bu önemli bir güç…
Ancak, kurulan şirketler açısından en önemli unsur, onu yaşatmak ve geleceğe taşımak.
Batı’da yapılan araştırmalar şirket ömürlerinin son 10 yılda, ortalama 25 yıldan, 12-13 yıla gerilediğini gösteriyor. Türkiye, yolun başında olduğu için bu sürenin daha uzun olduğunu düşünüyorum. Ancak, yüzde 100’ü aile kontrolünde olan, profesyonelleşmeye tamamen geçmemiz orta ve ortanın üstü ile büyük şirketleri büyük bir riskin beklediğini düşünüyorum: “Kuzen-gelin-damat sendromu”…
Belki ilgisiz gelebilir ama gerçek. 1970’lerin ortalarında, 1980’lerde kurulan şirketlerde şimdi ikinci kuşak, onunla birlikte “gelinler”, “damatlar” ve “kuzenler” iş başına geldi. Böyle olunca bazı ailelerde (büyük gruplar) üye sayısı 200’e, Anadolu’dakilerde 60-70’lere yükseldi. Bu, beraberinde her üyeye şirkette bir iş, yetkin olmayanların yönetime gelmesi ve geçimsizlik gibi sorunları da getiriyor.
Geçenlerde Anadolu merkezli bir grubun patronundan dinledim: “Aile giderek kalabalıklaşıyor. Bu sorunu önce her mensubumuzu şirkete alarak gidermeye çalıştık. Ama şimdi bazılarına grup dışında iş kurma yoluna gidiyoruz. Yine de çözüm bulabilmiş değiliz.”
Family Business Consulting’dendostum John Ward, “Bu sadece Türk şirketlerinin sorunu değil. Ancak, sorunu önceden görüp, strateji ve aile anayasası hazırlayarak çözenler başarıya ulaşıyor” demişti.
Gerçekten de belli bir büyüklüğe gelen şirketlerin, uzun ve başarılı bir yaşam için, “kalabalık aile” sendromunu, yenip, geleceğe yürümeleri gerekiyor. Çünkü, aile şirketlerinin batış nedenleri arasında “yeni kuşak çatışmaları”yüzde 43 oranıyla ilk sırada yer alıyor. Tehlike açık, önlem almak, örnek uygulamalardan yararlanmak için zaman kaybetmemek gerekiyor.
Kredi kartı karlı olmaktan çıkıyor mu?
Kredi kartı borcunuzun 1000 YTL olduğunu düşünelim. Durumunuz uygun değil, taksitlerle ödemek istiyorsunuz. 5 yıl önce olsaydı, hiç düşünmeden kredi kartını taksitler halinde öderdiniz. Bu da normalin üzerinde bir aylık gecikme faizini ödemeniz anlamına geliyordu.
Ancak, aradan zaman geçti, ekonomik gerçeklikler değişti. Faizler düştü, bankaların kredi vermesi kolaylaştı. Hepsinden önemlisi bankalar piyasaya yeni ürünler sunmaya başladılar.
Bunun sonucunda “akıllı” tüketici ve piyasadaki fırsatı gören “akıllı” bankalar, yeni bir ürünü öne çıkardılar. Yeni sistem şöyle işliyor. Yüksek faizli kredi kartı borcu için, düşük faizli bireysel kredi alıyor, ilk borcu kapatıyorsunuz. Böylece, ciddi bir tasarruf sağlıyorsunuz. Bu, bazı bankalar ve tüketiciler için çok kazançlı bir yöntem. Ancak, kredi kartı sayısı yüksek olan ve gecikmelerden gelir elde edenler için ise kötü haber anlamına geliyor.
Hesabı da ortada. Bir bankacı arkadaşıma hesaplattım. Kredi kartında gecikme faizi aylık yüzde 5.5, bireysel kredide ise yüzde 1.6 düzeyinde. Geciktirerek ödediğinizde size maliyeti 1.230 YTL olurken, krediyle kapattığınızda 1.068 YTL’de kalıyor.
Paylaş