PaylaÅŸ
Yazı bazı internet siteleri tarafından da kullanılınca, ilgi daha da arttı. Gelen emaillerde özetle banka yetkililerinin görüşlerinin de alınması isteniyordu. Bu nedenle kredi kartı işinde en büyük bankaların yöneticilerinin görüşlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.
İlk görüş Akbank’ın genel müdür yardımcısı Hakan Binbaşgil’den. Bu konuda hızlı ve duyarlı davranan Binbaşgil, önce sektördeki önemli bir değişime dikkat çekiyor:
‘Türkiye de bankalar geçmişteki yüksek faiz ortamında, ücret ve komisyonları gözardı ettiler. Ancak, faizlerin düştüğü bugünkü ortamda, marjlar da düşüyor ve operasyonel maliyetleri çıkarabilmek için, ücret ve komisyon almak zorunlu hale geliyor.
Türkiye’deki bankaların gelirler içindeki ücret ve komisyon oranı yüzde 25’lere yeni geldi. Oysa Batı’da bu oranın yüzde 40-50’ler seviyesinde olduğu bankalar var.’
Özetle Hakan Binbaşgil, ‘Biz komisyon ve ücret almanın henüz başındayız. Batı bu işi epey ileri taşıdı’ diye konuşuyor. Binbaşgil’in bana diğer söylediklerini ana başlıklar halinde şöyle özetlemek mümkün:
-Türkiye kredi kartları piyasası, son derece rekabetçi uygulamaları ile son yıllarda çok ön plan çıkıyor. Tüketici lehine rekabetçi sadakat programlarının yanı sıra, hizmete yönelik ek hizmetleri ve hizmet kalitesindeki kusursuzluk da örnek gösteriliyor.
-Kredi kartlarındaki bu üstün hizmetlerin uygulamasının ardında çok büyük teknoloji, insan kaynağı ve operasyon yatırımları yer alıyor. Tüm bankalar bütçelerinin önemli bir bölümünü kredi kartlarındaki bu üstün hizmet kalitesinin daha da üst seviyelere ulaştırılması için ayırıyorlar.
-Bu hizmeti sürdürebilmek için bankalar da tüm diÄŸer hizmet sektörlerinde olduÄŸu gibi bir ücret almak durumundalar. Kredi kartları kanununda da bu ücretlerin müşteriye yazılı olarak bildirimi ÅŸartıyla alınabileceÄŸi açık bir ÅŸekilde belirtiliyor. Ancak, gerek bazı organların kamuoyunu taraflı yaklaşımlarla yanlış yönlendirmesi, gerekse tüketici mahkemelerinin kanuna raÄŸmen bazı davalarda tüketici lehine kararlar vermesi bankaları kanuni hakları olan ücretler konusunda müşterileri ile karşı karşıya bırakmış durumda. Kredi kartı sisteminin hizmet kalitesinin kesintisiz yürütülebilmesi için bu ücretlerin alınabilmesi büyük önem taşıyor.Â
Hakan Bey’in değerlendirmeleri bu yönde… Diğer yöneticilerin görüşlerini de sizlerle paylaşacağım. Bu arada Batı’daki uygulamaları da araştırıyorum. Ardından sıra onlara gelecek.
Doların tahtı sarsılıyor mu?
Uzun yıllar boyunca Türkiye’de döviz denince akla Alman Markı geldi. ‘Almancı’ nüfusunun yoğunluğu nedeniyle alışverişte, kirada, hesaplamalarda bu para birimini kullandık. Ne zaman ki Euro geldi, güç Amerikan Doları’na geçti. Dolar, neredeyse ‘Türkiye’nin ikinci resmi para birimi’ olarak değerlendirildi. Devlet ihaleleri bile dolar ile yapıldı.
Ancak, Amerikan ekonomisinde yaşanan sorunlar ve Avrupa’nın gücü, Dolar’da hızlı değer kaybına neden oldu. Parite 1.28’lerden neredeyse 1.50’lere yaklaştı.
İşte bu tablo, ‘Dünyanın önde gelen rezerv para birimi’ (Merkez bankalarının tuttuğu para) unvanını elinde tutan Doların gücünü sorgulatmaya başladı. Bazı ülkeler bu yönde açıklamalar bile yaptılar. Bunun nasıl sonuçlanacağı henüz belli değil. Ama geçenlerde Deutsche Bank tarafından yapılan bir araştırma, Euro’nun dolaşımdaki para miktarı açısından doların ensesinde olduğunu ortaya koyuyor. Tabloyu siz de görüyorsunuz. 2003 yılında 354.5 milyar euro’ya karşı, 584.3 milyar euro karşlığı dolar vardı. 2007 yılının mart ayı sonunda Euro geldi, doları geçti.
Bu rakamlar tek başına önemli bir trendi ortaya koymasa bile, gelecek açısından çok önemli mesajlar veriyor. Euro, kendini ispatladı ve doların karşısındaki yerini iyice sağlamlaştırdı. Bakalım, bundan sonrası ne olacak?
AB’ye giriş ne kadar uzun sürerse o kadar iyi!
Birkaç hafta önce Ekonomist ve Fortis ortaklığı ile yaptığımız ‘Anadolu’nun En Büyük 250 Şirketi’ araştırmasının töreni için Kayseri’de idik. Ana konuşmacımız sınır ötesinden gelmişti. Marie Victorie De Groote, Fortis’in önde gelen ekonomistlerinden biri olarak dünya ekonomisindeki gidişi ve Türkiye’ye etkilerini anlattı. Konuşmasının bir bölümünde çok önemli saptama yaptı. ‘Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girişi ne kadar uzun sürerse, o kadar iyidir.’
Avrupa Birliği’ne çok önem veren Kayserili ve Anadolu’nun diğer illerinden gelen işadamlarını şaşırtan bu sözlerini ise şöyle açıkladı: ‘Türkiye’nin geçtiği yerlerden Polonya da geçti. Polonya’ya, AB üyeliği sırasında adeta yabancı sermaye aktı. Ne zaman ki üyelik gerçekleşti, yabancı sermaye girişleri de durdu. Bence Türkiye’ye de öyle olur. O nedenle üyelik süresinin uzun olması çok da sorun değil.’
Bu görüşü başka uzman ve işadamlarından da duymuştum. Ben de katılıyorum. Önemli olan Türkiye’nin böyle bir yola çıkmış olması. Bütün hazırlık ve reformmları yapıp, ciddi miktarda sermaye çektiğimizde, zaten dönüşmüş bir ülke olacağız. Belki o zaman AB’ye şekil olarak girmiş olmanın anlamı bile kalmayacak.
PaylaÅŸ