Yıllar önce Gençlik Parkı’nda hafta sonraları, kolları kısa basma elbiseleri ile cilveli genç kızlar göze çarpardı.
Çarşı iznine çıkmış erlere yanaşır, kollarına girer, birlikte fotoğraf çektirirlerdi. Erler ceplerindeki harçlığın yarısını öder, çekilen fotoğrafı satın alır ve doğruca Posta Caddesi’de gidip memleketlerine postalarlardı. Elbette fotoğrafın arkasına küçük bir not düşerek: “Ankara’daki yavuklum. Şafak 125..” Türkiye’nin 1980 sonrası içine düştüğü dönüşüm girdabı, ister istemez kentlerin sosyokültürel yapılarına da yansıdı. Ankara’da bu girdabın en çok hasar verdiği bölge, Ulus oldu. Kentin kültüre teğet geçmiş burjuvazisi, o yıllardan bugüne Ulus’u bir nevi ‘istenmeyen bölge’, ‘keşmekeş merkezi’ ilan etti. Gençlik Parkı’ndaki amatör/fotomodel köy kızlarını en rakı(m)lı masalarda sosyolojik tartışmalara yatıran entelektüeller, Ulus’ta dolaşmak zorunda kaldıklarında kafalarında yarattıkları korku simülasyonlarında tir tir titrediler. Ne gariptir ki, o insanlar tiksinerek baktıkları ‘keşmekeş’i, bugün kendi peşlerinden Çankaya’ya kadar sürükledi. Benim ‘geniş çevre/dar açı aydınları’ olarak nitelediğim bu insanların Ulus konusunda haklı oldukları bazı teşhisleri olmakla birlikte, pek çoğumuz Ulus ve çevresine serpilmiş tarihi dokuyu görmedi, göremedi, görmek istemedi. ¡¡¡ Geçtiğimiz hafta turizmcilerin ‘ağabeyi’ Seçim Aydın ile birlikte Ulus Çankırı Caddesi’nde iki ayrı oteli ziyaret ettik. Ne yalan söyleyeyim, doğma büyüme Ankaralı olduğum için bugüne kadar Ankara’da bir otelde kalmam hiç gerekmedi. Ve bu yüzden de, Ankara’nın otelleri benim için, hep kentin bilmediğim mekanları oldu. Ulus’ta, özellikle Çankırı Caddesi’ndeki otellerde kimlerin kaldığını her zaman merak ettim. Seçim Bey ile ilk önce Royal Carine’ye girdik. Bizleri otelin Genel Müdürü Turhan Torun Güven karşıladı. Odalarını gezdik, tesisi yakından tanıdık. Ardından terasa çıktığımızda, şaşkınlığımı artık gizleyemeyecek bir noktadaydım. O güne kadar Ankara’da böyle bir panorama görmemiştim. Atakule, Sheraton ve Hilton otelleri, Kocatepe Cami, Anıtkabir, Cumhuriyet Kulesi, Cumhuriyet’in hemen hemen tüm binaları, Roma Hamamı, Hıdırlıktepe, Ankara Kalesi, Hacı Bayram Cami, Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve bunların arasında şu an aklıma gelmeyen sayısız Ankara simgesi.. Bütün bunların aynı anda görülebildiği başka bir nokta olduğunu sanmıyorum. İnsanın aklını başından alan bir manzara.. ¡¡¡ Ardından hemen yanındaki Hotel Atalay’a geçtik. Bizleri otelin sahibesi Gülsüm Hanım ile müdürü Celal Bey karşıladı. Yine son derece özenli ve bakımlı, tertemiz bir otel.. Hotel Atalay’ın terasında bu defa gözlerim tek bir noktaya kilitlendi. Durumu fark eden Gülsüm Hanım gülümseyerek, “Sanırım siz de şaşırdınız. Roma Hamamı’nı buradan görenler, genelde şaşırıyor. İnsanların kafalarındaki görüntüden çok daha farklı, çok daha görkemli” dedi. Gerçekten de öyleydi.. “Akşam ışıklandırıldığında da görmek isterim” dedim. Bu sefer Gülsüm Hanım’ın gözleri daldı, “Ne yazık ki ışıklandırılmıyor, hatta kullanılmıyor, değerlendirilmiyor ve hak ettiği ilgi gösterilmiyor” karşılığını verdi. Kahve içmek için lobiye indiğimizde, 50’nin üzerinde Japon turist doluştu otele.. Bizim yanı başımızda görmediklerimizi, ışıklandıramadığımız değerleri görmek için binlerce kilometre yol gelmiş onca insan.. O gün eve giderken, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a bu köşeden bir çağrı yapmaya karar verdim. Gelin bir gün akşam üzeri, o terasa gidelim. Kahvelerimizi keyif içinde yudumlarken, Ankara’nın güzelliklerini bir kez daha teslim ve tescil edelim. Üzerine basıp çiğnediğimiz Ankara değerlerini yad edelim. Ateşe attığımız kültür değerlerini belki.. Güneş Ankara sırtlarında kaybolmaya başladığında, Roma Hamamı’nı terk ettiğimiz karanlığa birlikte üzülelim.