Paylaş
NTV'den naklen yayınlanan dünya müzik piyasasının en prestijli müzik ödülü, Grammy Müzik Ödülleri'nde ortalığı silip süpürenlerden biri olan Madonna ödülünü almaya giderken yanına iki ses mühendisini almıştı. Ve konuşmasında her ikisine teşekkür etti. Ünlü sanatçı ayrıca prodüktörlerini de unutmadı. ‘‘Bu ödülü onların sayesinde aldım. Onlar olmasaydı bu albümün ana fikri ortaya çıkmazdı’’ dedi. Şöyle bir düşündüm: Dünya müzik pazarında bir albümde kaç kişinin çalıştığını tahmin etmek zordu.
Bizdeki durumu düşününce... Dünya müzik piyasası otoritelerinin neden bizim albümlerimizde solistlerin seslerini olağanüstü, besteleri ilginç ancak aranjmanları ve ses kalitesini berbat (istisnalar vardır) olarak nitelendirdiklerini daha iyi anladım. Çünkü bizde prodüktörleri bırakın ses mühendislerinden söz etmek bile mümkün değil.
Bu işi genelde stüdyoda oturan tonmaister üstleniyor. ‘‘Prodüktör’’ olarak adlandırdığımız kişiyi zaten orada göremezsiniz, çünkü ülkemizde o anlamda prodüktör yok. Elbette o zaman solist elde ettiği başarıyı tek başına sırtlanır. En fazla arada bir aranjörünü hatırlar... Kaldi ki bizde gerçekleşen bir ödül töreninde ben sanatçılarımızın aranjörlerine teşekkür ettiklerini görmedim, duymadım...
Müzik dünyamızın mutfağında bir gün ses mühendislerinden, prodüktörlerden, ses teknisyenlerinden söz ettiğimizi herhalde ben göremeyeceğim. Durum böyle iken sektörümüzün teknik açıdan gelişmiş ülkelerin müzik piyasalarıyla yarışır hale gelmesi de söz konusu değil. Teknik imkanlara belki ama, yetişmiş teknik elemanlara sahip değiliz.
Türkiye'de yukarıda saydığım meslekler konusunda, hatta tonmaister ve aranjörlük konusunda eğitim veren kuruluşlar yoktu bugüne kadar, ama bu yıl Akademi İstanbul'da açılan Müzik Teknolojisi Eğitimi Bölümü öğrendiğim kadarıyla hayli ilgi görüyormuş. Bu branşın ilerki yıllarda daha da gelişmesini dileyerek yeniden Grammy Ödüllerine dönersek...
Madonna, Lauryn Hill, Sheryl Crow ve Alanis Morissette'in ödül almalarına sevindiğim kadar ‘‘bizim’’ Ricky Martin'in de ödülleri dağıtan akademi tarafından bu yıl açılan Latin Pop kategorisinde ödül alan ilk sanatçı olarak tarihe geçmesinden etkilendiğimi söyleyebilirim.
‘‘Sevim Tuna’’ denilen o muhteşem kadın
Epeyce uzun bir süre önce yazmıştım. Sanat dünyasındaki ‘‘Eski kadınlar’’ başka diye... Ercüment Batanay'ın onuruna gerçekleşen bir gecede sahne almışlardı söz ettiğim o kadınlar. Onlardaki zarafet kimsede yoktu. Sahneye hakimiyetleri, izleyiciye olan saygıları ve olağanüstü sesleriyle İnci Çayırlı, Gönül Yazar, Emel Sayın, Muazzez Abacı ile süren bu neslin en geç Muazzez Ersoy'la tükeneceğini belirtmiştim.
O yazımı yazmamın sebebi Sevim Tuna'ydı. Çünkü o gece onu izlerken gerçekten etkilenmiştim. İlerlemiş yaşına rağmen o kadar hoş ve o kadar hayat doluydu ki, çocukluğumda anne ve babamın onun şarkılarını, en çok da ‘‘Bağdat Yolunu’’ mırıldandıklarını ve evimizdeki kırkbeşlik plaklarını hatırladım. Keşke onların dönemine geri dönüp, bu muhteşem kadını assolistken dinleyebilseydim diye düşündüm.
Bir kaç gün önce televizyonda kendisiyle yapılan bir röportajı izledim. O amansız hastalığının izlerini bırakın yüzünde, sanki ruhunda bile görmek mümkün değildi. Hala güzel ve güçlü bir kadındı o ve hala seyircisine karşı çok saygılıydı. Konuşması, hareketleri o kadar zarif ve erdemliydi ki, yine ona hayran kaldım. Karşımızda tam bir hanımefendi vardı. Tıpkı o gece gibi...
Şimdi önümüzdeki günlerde, yani 4 Mart gecesi Levent Kırca - Oya Başar Tiyatrosu'nda işte bu hanımefendinin onuruna verilen bir gece gerçekleşecek ve ben kesinlikle orada olacağım. Sevim Tuna ve onun gibi kadınları ayakta alkışlamak için...
Paylaş