Paylaş
Sanki doğru cevabı bir tek ben biliyormuşum gibi, herkes bana soruyor: ‘‘Yılmaz-Baykal birlikteliği problemlerimizi çözer mi?’’
Bence çözmez... Çözmez, çünkü, aynı oy kuyusundan su çekiyorlar.
Üretmeden tüketiyorlar. Tarihi tekerrür ettiriyorlar.
Aklıma çok eskilerden kalma bir yazım geldi. Affınıza sığınıyorum...
* * *
Vaktiyle, Orta Asya'da huzur içinde yaşayan Çinli'ler, avladıkları, topladıkları, yetiştirdikleriyle yetinir, geçinip giderlermiş...
Günlerden bir gün, uyanıp bakmışlar, tavuklar yok... Kanlı kemik, tavuk tüyü de yok... Yani, kurt-çakal takımının marifeti değil olanlar...
Hemen meşaleleri hazır edip sotaya yatmışlar... Sabaha karşı, kümes istikametinden gelen hışırtıları duyunca, meşaleleri ateşlemişler...
Ne görsünler? Bizim soydaşlar sürünerek kümese yaklaşıyor.
‘‘Çalmaya gerek yok kardeşim...’’ demiş Çinli reis, ‘‘Gelin, inek-tavuk verelim, çift-çubuk verelim, 4 avrat verelim, barış içinde yaşayalım...’’
‘‘Olur!’’ demiş bizimkiler...
Dört gün sonra hepsi toz... Beş gün sonra bu sefer inekler yok...
Yine sotaya yatılmış... Yine meşaleler, yine bizimkiler... ‘‘Pes!’’ demiş Çinli reis, ‘‘Bedava verdik yahu! Çalmanın ne mânâsı var?’’
Bizimkiler pişkin... ‘‘Çalmanın zevki de bir başka abicim...’’
* * *
Binlerce yıldır tarih yollarındayız... Üretmeye, yaratmaya, icat etmeye, hakça paylaşmaya alışamadık... Cukka etmeyi tercih ettik...
Meselâ, 600 yıllık gecikmeyle İngiliz'lerin Magna Carta'sına özendik. Hani 1215 yılında, İngiliz asilleri, ‘‘Vergi veririz, ama, vergi salarken bize de danışın!’’ deyip kralın yetkilerini kısıtlamışlardı ya! Ona işte...
‘‘Vergi de vermezük, padişahı da dinlemezük!’’ deyip Sened-i İttifak'ı (1808) çıkardık.
Yine meselâ, rahmetli Mustafa Reşit Paşa'nın çabalarıyla, Osmanlı'ya Tanzimat Fermanı'nı, onunla beraber can-mal güvenliğini, bonapartist bürokrasiyi, siyasi polisi ve mayonezli levreği getirdik.
İthal ettiklerimizden, bir tek, merkezci-bonapartist devlet örgütlenmesi tuttu. Fransızlar gibi, bizde de, aşağıdan yukarıya köylülük, yukarıdan aşağıya höt-zötçülük hakim olduğu için...
* * *
Peki, icatlar ve keşifler tarihine hiç mi katkımız olmadı?
Oldu elbette... Sekiz tane...
Müzikte Verdi'yi ararken Ferdi'yi bulduk. Bu bir!
Müzik eserinin bitiminden sonra sanatçıyı alkışlayan batılıdan aşağı kalmamak için, şarkı boyunca şak-şak tempo tutmaya başladık, sanatçıya yakın olup onu morallendirmek için cacıklı, piyazlı, rakılı, viskili, çiğ köfteli masalarımızı sahnenin dibine taşıdık. Bu iki!
Yemek pişirme konusundaki tembelliğimiz yüzünden, dünya mutfaklarına ilginç yemekler kazandırdık. Otoritelerden okuyoruz: ‘‘At sırtında uzun yol yapan, yemek pişirmeye de üşenen bütün topluluklarda olduğu gibi, bizde de, temel beslenme düzeni et-süte dayalıydı. At terkisinde, çemenle pişmiş pastırmayı, taze kıyılmış koyun, keçi, sığır etinden bol baharatla öldürülmüş Tatar bifteğini, açıkta unutulan sütün tesadüfen mayalanmasıyla yoğurdu bulduk...’’ Bu üç, dört ve beş...
İnek dışkısından ilk çiçek aşısını geliştirdik. Burnumuzun hep orada olmasından kaynaklanan bir tesadüf müydü, kestiremiyorum, ama, fermuar açıp kapama, düğme çözüp ilikleme zor geldiği için, beli lastikli şalvarı bilinçli olarak icat ettik. Bu altı ve yedi...
En sonunda, cenabet gezmekten nefret ettiğimiz için, hamam kesesini bulduk. Bu da sekiz...
‘‘Götürmek’’ dururken, üretmekle kim uğraşacak?
* * *
‘‘İnşallah-Maşaallah-Fesüphanallah’’ (İMF) takılacağız da ne olacak?
Fatih Sultan Mehmet batıya devam etseydi, Merzifonlu'nun Viyana'yı alışının 308'inci, Prut'un düşman işgalinden kurtuluşunun 280'inci yıldönümünü kutluyor olacaktık bugün...
Belki böylesi daha hayırlı oldu. Oraları da kendimize benzetirdik.
(K.FİŞEK, AVNİ Dergisi, No.71, 30 Mart 1991)
Paylaş