Paylaş
Kore'deki Kunuri savaşında (1950), 237 şehit, 387 yaralı, 201 kayıp verdik. Bir yıl sonra, ‘‘cülûs bahşişi’’ olarak, NATO'ya alındık.
O arada, dünya tarım fiyatları arttı, ekonomik bitimiz kanlandı.
Daha önemlisi, Berlin'de Almanya'yı 2-1 yendik.
‘‘Quelle alâka’’ diyenleriniz çıkabilir. ‘‘Sporla siyasetin ne ilgisi var? O başka, bu başka!’’ diye kafa takanlarınız olabilir.
Oysa, o kadar yakından ilgisi var ki...
Meselâ, 27 Mayıs'ta, 38 MBK üyesi şeref tribünündeyken, 19 Mayıs stadında, İskoçya'yı 4-2'lik bir skorla, dolmalık kabak gibi oyduk.
* * *
12 Eylül öncesi Ecevit hükümetinin son demleriydi. Pek parlak değildi durum... Bir fincan acı kahveye muhtaç kalmıştık. Yakıtsızlık, yiyecek kuyrukları, devletin katlarında 70 cent hesapları başını almış gidiyordu.
Çok daha elim ve vahimi, futbol milli takımı, gelen gidenden tekme-tokat yiyordu. ‘‘Futbolumuzun hâli noolacak?’’ cinsinden bir açık oturuma çağrılınca kabul ettim. Bir şartla... ‘‘Siyaset konuşurum!’’
‘‘Tamam, konuş!’’ dediler, ‘‘Daha neşeli olur...’’
Neşeli olmadı. Kararmış içlerini daha da kararttım...
* * *
İnsanlık tarihinin en eski ve kudretli beş toplumsal kurumunun, ÿÀ± Organize politika, ÿÀ² Organize fuhuş, ÿÀ³ Organize kumar, ÿÀ´ Organize din ve ÿÀğ Organize futbol olduğunu söyledim.
Organize futbolun, görünmez iplerle, hem iç politikaya, hem askeri politikaya bağlı olduklarını, bunların kuklacıbaşılarının da ‘‘ekonomi’’ olduğunu söyleyerek girdim söze...
Ekonominin iyiden kötüye, kötüden betere gittiği zaman, buna paralel olarak, politikanın hırçınlaşıp anti demokratikleştiğini, fuhuş ve kumarın yaygınlaştığını, yılgın-bezgin kitlelerin din bayrağı altında kenetlenip militanlaştıklarını anlattım.
‘‘Futbolda başarılı olunması için, siyasette demokrasi ve ekonomide refah olması gerekir. Gazetelerin birinci sayfalarına bir zahmet bakarsanız, arka sayfalarındaki matem başlıklarının sebebini daha iyi anlarsınız...’’ diye bağladım ilk turdaki sözlerimi...
* * *
İkinci turda, iki futbol devi Arjantin'le Brezilya'nın arasına sıkışıp kalmış Uruguay'ın top serüvenini anlattım...
‘‘Tarım ve hayvancılıkla geçinir Uruguay... Nüfus bakımından bunların yanında yer cücesidir. 1920'li yıllar ihracatçı tarım ülkeleri için altın yıllardı. Ayrıca, Güney Amerika'nın tek demokratik anayasası Uruguay'daydı, yüzüncü yılını dolduruyordu. O minik Uruguay çıktı, 1924 Paris ve 1928 Amsterdam olimpiyatlarıyla 1930 Dünya Kupası'nı kazandılar futbolda...’’
Durup nefes aldım, devam ettim.
‘‘Derken büyük buhran geldi, tarım ihracatı durdu, arkasından da askeri darbe geldi, anayasa rafa kalktı. Dünya futbol sahalarından tam yirmi yıl silindi Uruguay... Yirmi sene sonra, tekrar demokrasi gelmiş, peşpeşe gelen iki savaş tarımcı ülkelere yaramıştı. Minik Uruguay yine boy gösterdi, 1950 Dünya Kupası finalinde Brezilya'yı tepeledi...’’
Ekonomi iyiye giderse, siyasette demokrasi olursa, futbolda da insanların yüzü güler.
* * *
Vaktiyle geliştirdiğim bir ‘‘sporda başarı endeksi’’ var.
Milli maçlarda aldığın toplam puanı alınabilecek toplam puana, attığın toplam golü atılan toplam gole böler, ikisini birbiriyle çarparsın...
Endeks 1'e yaklaştıkça başarı artar, O'a yaklaştıkça düşer.
Milli takımlarımızın en başarılı olduğu dönem 0.26'lık endeks rakamıyla 1948-1959 dönemiydi. En başarısız iki dönem de, 0.08'le 1931-1937 (büyük buhran), 0.03'le 1980-83 (12 Eylül) zaman aralığıydı. 12 Eylül kâbusundan kurtulmanın rahatlığıyla 1983-1989'da endeks 0.14'e çıkmıştı.
1989-1998 endeksini 0.18 olarak hesapladım. Yükselmiş...
‘‘Ekonomiyle siyasetin haberini futbol topundan al!’’ demeye dilim varmadı. Diyen desin...
* * *
Bu satırları yazarken Türkiye-Finlandiya maçının başlama düdüğü ötmemiş, Suriye'ye askeri müdahale olmamıştı.
Paylaş