Mizahla hakaret arasında ince uzun bir yoldayım! (2)

Kurthan FİŞEK
Haberin Devamı

Mahkemelere intikal etmiş konularda yazı yazmak istemem, ama, Şevki Yılmaz'ın beni mahkemeye verdiğini öğrenince çok şaşırdım...

İki şey söylemişim kendileri hakkında...

1‘‘Ruhsal ve akli dengesinin yerinde olup olmadığını bilmediğim bir kişi...’’

Durumu izah ettim. Tıp doktoru olmadığımı, psikiyatri dalında ihtisas görmediğimi, dolayısıyla, bu konuda bir hüküm yürütmeye etkin ve yetkin olmadığımı, şüphelerimi dile getirdiğimi anlattım.

2Gaziantep belediye başkanı Celal Doğan'ın açtığı dâvâ sonunda, Şevki Yılmaz'ın bisürü para cezasına çarptırıldığını, Doğan'ın bütün paraları genelevlere bağışladığını, oradaki kadınlarımızın o paralarla sokak köpeklerine kreş yaptırdığını, mama aldığını okumuştum gazetelerde...

‘‘Paralar yerini buldu, yuvaya döndü!’’ dedim...

Şevki Yılmaz üstüne alınmış... Kendisine ‘‘köpek’’ falan dediğimi zannetmiş...

Zinhar! Kendi alınganlığıdır.

Mizah, eleştiri ve hakaret arasındaki farkı bilirim...

* * *

Her insanın ağzını bozma hak ve hürriyeti vardır.

Rahmetli Uğur Mumcu'nun 12 Eylül'den önceki TBMM küfürlerini derlediği ‘‘Söz Meclisten İçeri’’ (1981) kitabını karıştırmaya koyuldum.

En çok söylenen ve işitilen laflar ilginçti.

Yuh, puşt, çüüşşş, hoşt, acıttı mı, eşşoğlueşşek, köpoğluköpek, sahtekar, teres, it, ananı avradını sinkaf ederim, hassittir o... çocuğu, haysiyetsiz, namussuz, şerefsiz, ahtapot, ağzına ederim, bir çok yiyemezsin, sapık, pasif homo, zırlama lan kabak...

12 Eylül sonrası meclislerinde tekrarlandı bunlar...

Tek yeni katkı oldu. ‘‘Dümbük!’’

Bilmeyenler için tercüme edeyim, ‘‘dümbük’’, Tophane ağzında, ‘‘başdeyyus’’ demektir.

* * *

Emin Çölaşan aktarır, Turgut Özal'ın İTÜ yıllarındaki lâkabı Düb-bü Ekber'di. Yani, ‘‘Büyük Ayı’’...

Korkut Özal'ınki de Düb-bü Asgar, yani ‘‘Küçük Ayı’’...

Kimse alınmadı, yüksünmedi.

Hüsamettin Cindoruk, ANAP'lılara, ‘‘Hacı Hüsrevli’’ dediydi. ANAP'lılar buna çok bozuldular, Hacı Hüsrevli'ler ‘‘Aaaaa... Bunlar da bizdenmiş...’’ diye ANAP'ı kendi bölgelerinde tulum çıkardılar.

Şunu demeye getiriyorum.

Küfretmenin de bir raconu vardır.

* * *

Edebiyle küfür nasıl edilir?

Kulakları küfür işitmeye en yatkın ve yakın meslek grubu olan hakemlerimizden Talat Tokat'tan dinlemiştim hikayeyi... Kırıkkale'de maç yönetirken ters düdük çalmış, tribünlerden feryat yükselmişti.

‘‘Çölde ağzına edeyim...’’

Gerisini Tokat'tan dinledim: ‘‘12 Eylül'ün en kızışık günleriydi. Ben de astsubayım ya, hemen durdurdum maçı, jandarmalara seyirciyi getirttim. ‘Her şeyi anladım da niye çölde?' diye sordum. ‘Ağzını yıkayacak su bulamayasın diye!' cevabını verince affettim, yerine yolladım. Esprisi vardı...’’

Erman Toroğlu da bir anısını aktardı.

Bağırmışlar bir maçta... ‘‘Ananı Boğaz Köprüsü'nün ortasında Abdülhamit'in saz heyeti şaaapsın!’’

Erman maçı durdurmuş, bağıranları getirtmiş...

‘‘Abdülhamit'in saz heyeti niye?’’

‘‘En kalabalığı o, 36 kişi de ondan...’’

‘‘Peki, niye Boğaz Köprüsü'nün ortasında...’’

‘‘İki yakadan aynı anda şehvet feryat-figanı duyulsun diye...’’

* * *

Nereye getirdiğimi anladınız değil mi?

Hakaret etmenin de bir adabı vardır.













Yazarın Tüm Yazıları