Paylaş
AKŞAM üzeriydi. Eve gidiyordum. Plakası bende mahfuz (saklı) olan bir trafik arabası bizi sıkıştırdı, solladı. Siren çaldı, kaldırıma vurduk...
Kaba bir el işareti yaptım. Otomatik refleks...
Yarım saat takip etmişler bizi...
Çevirdiler, kimliğimi istediler.
Ben onların kimliğini sordum, nazik şekilde gösterdiler.
Ben de benimkini gösterdim... ‘‘Nedir problem?’’ diye sordum.
‘‘Siren sesini duymadınız mı?’’
Duymuştum elbette...
Ama, herkesin arabasında onlar var.
Taktın mı, öttürdün mü, herkes yol verecek sanki...
Ya ambulans zannediyorlar, ya polis...
Ya olay mahalline yetişecek, ya hastaneye hasta yetiştirecek...
Herkeste var o polis sirenleri...
Yolları kendilerinin sanıyorlar.
Herkes korkup kaçışıyor.
* * *
Siyah zeminli plaka üstüne beyaz yazmalı bir araba...
Besbelli ‘‘devlet arabası’’...
Sıkıştırdı bizi... Kaldırıma vurduk.
Arka koltukta bir bürokratik angut oturuyor. Eli askıda...
Yeniyetmeler, sonradan görmeler arka koltukta oturur. Bir eliyle gazete okur, öbür eliyle askıya asılır.
İndim arabadan...
Ne yaptığını zannettiğini sordum.
Adam bıçkın çıktı, ‘‘Plakayı görmüyor musun? İstediğimi yaparım, kimse karışamaz!’’ dedi.
Çabuk sinirlenirim, nevrim döndü, adamı kravatından yakaladım.
‘‘Ulan! O senin siyah plakan belediyenin çöp kamyonunda da var...’’
Yakın çevredeki trafik polisleriyle gazetenin korumaları adamı zor aldılar elimden...
* * *
Cinnah Caddesi'nden yukarıya, eve doğru seyir hálindeyim...
Yanlış anlamayın... Altmış yıllık ömrümde hiç bir zaman direksiyona oturmadım, araba kullanmadım, kullanmaya da özenmedim.
Ticari taksideyim...
Aynı anda, iki yanımdan, ‘‘vınnn’’ diye, biri hususi, öbürü ticari, iki araba geçti.
İkisinin de şoförü ‘‘digan delikanlı’’...
Yani, arabanın sol penceresi açık, dirsekten kırık sol kol dışarıda, ağızda sigara, sağ elin serçe parmağı direksiyonda, oturuş yamuk, kıçın yarısı koltuğun dışında, kapıya dayalı...
‘‘Benzin tasarrufu’’ oluyor zahir...
Kızmadım, kızamadım.
On sene evveline, Dalan'ın İstanbul'una gitti aklım...
İstanbul trafiğini düzenlemek için Alman heyeti gelmiş, ben de heyetin başkanı Oskar Gerdom'la konuşmuştum...
Adamın şaşkınlığı kelimelerle anlatılmaz...
‘‘Sizi anlayamıyorum... Aman efendim buyrun, yok, rica ederim, siz buyrun diye kapı eşiklerinde harcadığınız zamanın haddi hesabı yok... Peki, otoyollarda niye birbirinizi bu kadar çılgınca solluyorsunuz?’’
* * *
Önümde bir TIR kamyonu gidiyor. Van plakalı... Solluyor, sağlıyor.
Sağ elimi yumruk yapıp orta parmağımı dik göstersem anlamaz...
Yine sağ elimi yumruk yaptım, işaret parmağımla orta parmağımın arasına baş parmağımı soktum, bileğimi tutup mihaniki bir hareketle salladım...
Kanına, namusuna dokunmuş...
Yolumuzu kesti, elinde levye indi.
‘‘Ne lan o el hareketi? Yetti be! Bin kilometredir hep görüyorum...’’
İzah ettim kendisine...
‘‘Arka iki tekerleğinin arasına taş sıkışmış... Onu anlatmaya çalışıyorduk. Uluslararası işaretleşmedir...’’
* * *
Trafik kültürü, trafik terbiyesi önemlidir.
Küreselleşmenin gereğidir.
Gerisi mi? Kak sağrısına rahvan gitsin!
Paylaş