Paylaş
Güneş tutuldu, dünyamız karardı. Enflasyon hızı arttı. Deprem oldu, başımıza taş düştü, enkaz altında kaldık, dünyaya depremi bulaştırdık, seller aldı götürdü.
Başımıza başka ne feláket gelebilir ki?
Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.
Cezaevlerinde isyan çıktı bu sefer... Ölü sayısı ‘‘artçı deprem’’ kurbanları kadar... ‘‘Trafik canavarı’’ bile bu kadar vahşi değil...
* * *
Cezaevlerini ıslah etmek... Depremin yaralarını sarmak, sarmalamak... Trafik canavarını kontrol altına almak, gemlemek... Alan-satanla boğuşacağına, alanist-satanistle boğuşmak...
Memleket gündemiyle oynuyorlar... Kedinin fareyle oynadığı gibi...
Aklınız şimdiye kadar neredeydi? Devletin deruhte-i mesûliyetinde olan bu bölgelerde kim ne yapıyordu? Good morning after supper!
Türkiye'nin problemleri bu dört tanesine indirgenirse, vay hálimize!
* * *
Böyle problemlerle çok karşılaştık... Deprem yaralarını hemen sardık!
Nasıl mı? ‘‘Baba’’ hemen sardı. Eskiden de sarardı netekim...
‘‘Palliative çözüm’’ en iyisidir. Dün dündür, bugün bugündür.
Erzincan depremi problemini de öyle çözmüş, onarmıştı...
* * *
‘‘Erzincan'ı Yeniden Kalkındırma Projesi’’nin hazırlıkları yapılıyordu. Korkunç deprem yeni olmuştu. Hürriyet'ten Turan Yılmaz özetledi olayı...
‘‘İlk müteahhitliğini Demirel'in yaptığı ve depremde yerle bir olan Erzincan SSK Hastanesi de yeniden inşa edilecek...
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın, Devlet Denetleme Kurulu'na hazırlattığı raporda, SSK Hastanesi'yle ilgili olarak, ihalesini 26 Haziran 1964'de aldığı ve işlerini Turgut Arıkan aracılığıyla yürüttüğü belirtilen Demirel'in, politikaya atılınca, 26 Mart 1965'de inşaatı, Ticaret İnşaat Mühendislik firmasına devrettiği bilgisine yer verildi. Raporda, inşaatın tümüyle Demirel'in başlangıçta hazırladığı projeye göre gerçekleştirdiği de ima edilmişti. Erzincan Projesi kapsamında, SSK Hastanesi'nin, hasar görmesine karşın ayakta kalan bölümünün onarılarak, hemen yanına yapılacak yeni hastanenin ek binası olarak kullanılacağı bildirildi. Yeni hastanenin temelini de Demirel atacak...’’
* * *
Cezaevlerinde isyan oldu. Çok insanımız öldü.
Af bekleyenler vardı, af çıkmamasını isteyen provokatörler vardı.
Olan oldu. Hapis yatmayan, af bekleyenin hálinden anlamaz...
Vaktiyle yazdıydım...
* * *
Mapusta yattım. Hem coşkusunu bilirim, hem sıkıntısını...
İnsan yakınlarını görmek, onları kucaklamak, öpmek, koklamak ister.
Ama kader kurbanıdır, ama siyasi, ama sosyal kurban...
Görüşme saatleri sınırlıdır. Yarım saat, bir saat... Öbür zamanlarda, hafta içinde tek gün, o da 10-15 dakika...
Anlı-şanlı demokrasimizin habercisi CMUK'tu. ‘‘Muhteşem ikili’’ (Demirel-İnönü), öbür ‘‘muhteşem ikili’’ye (Çiller-Karayalçın) af topunu attı, hırsız, yankesici ve katillerden başka kimsenin yararlandığı yok...
Birkaç yıl önce, Avusturya'daki mahkûm ve tutuklulardan mektup gelmişti. Salzburg'dan 17, Garsten'den 12, Innsbruck'dan 6, Linz'den 9, Ried'den 3, Suben ve Wels'ten 2 imzalı... Toplam 51 imza...
İstedikleri tek şey vardı. ‘‘Suçlu olabiliriz, cezamızı çekmek istiyoruz, ama, vatanımızda, sevdiklerimizle beraber, onların yakınında olmak istiyoruz. Avrupa Konseyi Mahkûm Mübadelesi Anlaşması çerçevesinde, cezamızın geri kalan kısmını memleketimizde çekelim...’’
* * *
Bunların hepsi Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşıdır.
Hakları evrenseldir. Ama, yetmiş milyonluk memlekette elli kişinin esamisi elbette okunmaz... Ne problemimiz onlardır, ne gündemimiz...
* * *
4 Ekim... Enflasyon hızı açıklanacak...
Bekleyin... Türkiye'nin problemi budur.
Paylaş