Kurthan Fişek: Lumpen bunlar... Sever de, döver de! (1)

Kurthan FİŞEK
Haberin Devamı

Futbol terörü yeni bir mesele değildir. Dünyada değildir, Türkiye'de değildir. Bütün toplumları sarar, sarsar. Carrefour'da birkaç kasa şampanyaya endeksli ‘‘saatli boru bomba’’ patlayınca kimsenin umurunda değildir, alışverişe devam edilir.

Ama, Fenerbahçe bir-iki gol yeyip yenilince, tribünlerdeki kalabalıklar sokağa dökülür, yakar, yıkar, söver, döver, vurur, öldürür.

* * *

Ben Fenerli'yim... Yani, ‘‘kader kurbanı’’...

Bundan on yıl kadar önceydi, Dereağzı'na endeksli lumpen taifesi, bir gün önce yenilen Fenerbahçe'nin antrenmanını bastı.

Taşlarla, sopalarla, demir çubuklarla, kamalarla, bıçaklarla...

Erkekliğin onda dokuzunun kaçmak olduğunu bilmeyen Aykut, Oğuz, Erdi, Hasan ve Küçük Şenol, evrile çevrile dövüldü. Kaleci Yaşar, top tutamazdı, göğsüne fırlatılan bıçağı havada tuttu, bıçaklı lumpenin suratına fırlattı.

Eli sopalı, bıçaklı kalabalığın, ‘‘Allah Allah!’’ diye tekbir getirerek üstlerine geldiğini gören Schumacher ve Vokri, erkekliğin onda dokuzunun kaçmak olduğu bilinciyle, hemencecik arazi oluverdiler.

Rıdvan o zaman da şeytandı. ‘‘Erkekliğin onda dokuzu kaçmaksa, onda biri hiç görünmemektir’’ kuralından yola çıkarak, antrenmana zaten gitmemişti.

* * *

İnsanların can güvenliğini korumaktan birinci derecede sorumlu olan, ‘‘Devletin ve hükümetin il düzeyindeki tek temsilcisi Vali’’ de Fenerliymiş meğerse... Ne dedi, biliyor musunuz?

‘‘Antrenör Hiddink'i dövmemişler mi? Yok yahu! Aaahhhh!’’

* * *

On yıl sonra Fenerbahçe yine yenildi. Pendikspor'a... Futbolcular linç edilmek istendi, dayak ve kısmi tahribatla kurtuldular.

Quelle aláka demeyin... Tribünlerdeki lumpenliğin, saldırganlığın, şiddetin yaygınlaşması, ekonomik gidişata bağlıdır.

Ekonomi boka gittikçe, saldırganlık artar.

* * *

İngiltere'nin çok ünlü spor yazarlarından biri anlatmıştı.

‘‘Thatcher'ın monetarist felsefesi, çok aykırı bir ‘insan tipi' çıkardı ortaya... Aslında bunlara ‘insan' demek de zor, ama, sıfat yokluğunda diyoruz işte... Onları teşhir etmeyi ise, kendi hesabıma, insanlık ve gazetecilik görevi sayıyorum. Boyunlarındaki altın zincirlerden, kollarındaki Rollex'lerden, bileklerindeki elmas kakmalı künyelerden, altlarındaki BMW'lerden, yani servetlerini (ve kendilerini) teşhir etmeye aşırı düşkünlüklerinden hemencecik tanırsınız bunları... Vergi verme alışkanlıkları yoktur, din-imanları talandır. Yazık! Bir zamanlar yanından geçmeye cesaret edemedikleri gece kulüpleri, tribünde ancak hooliganlığını yapabilecekleri futbol kulüpleri, onların tapulu malı artık...’’

* * *

Tuttuğu takımın kaptanını, üstelik de kalecisini ölesiye dövmeye kalkışanlar ‘‘hooligan’’ mı?

Yoksa, itlaf edilmesi gereken ‘‘sokak iti’’ (lumpen) mi?

Beşiktaş'a altın yıllarını yaşatıp, her ne hikmetse ‘‘kapı önüne konulan’’ ve Beşiktaş'ın liglerden yok oluşunu uzaktan izleyen biri var.

Gordon Milne...

Türkçe öğrenmek istemediği için, vaktiyle, ingilizce söylediydi bana...

‘‘Bunu yapanlar hooligan değil, düpedüz serseri...’’

* * *

Hooliganlığın bile raconu vardır. Vurup kırmak, yıkıp dökmek için, birilerinin futbol oynaması gerektiğinin bilincindedir. Futbolcu olmazsa maç olmaz, maç yapılmazsa hır çıkmaz, maraza çıkarabilmesi için futbol oynanması, futbolcunun sapasağlam olması gerektiğini bilir. Kendi arasında çatışır, bazen hakeme saldırır, ama, takımına, futbolcusuna dokunmaz...

* * *

İnsanlarımızın ekonomik sıkıntılarını futbol tribünlerine hapsedemedik... Sokaklara döküldük, şiddete, saldırganlığa sığındık.

Perşembeye devamını getiririm...

Yazarın Tüm Yazıları