Paylaş
Deprem olduğunda İstanbul'daydım. İlk sarsıntıyı evdeki istinat duvarının altındaki boşlukta atlattım. Sonra gidip yattım... Daha az şiddetteki ikinci sarsıntı olduğunda uyuyordum, hissetmedim...
Derken uyandım. Mahalleli sokağa dökülmüştü.
‘‘Huuu komşuu! Duydun mu? Yine deprem olacakmış... Sokakta oturalım...’’
Bana kalsa, Atatürk gibi yatağımda ölmek isterim, ama, can derdiyle, kerhen, sokaklara döküldüm... Türkiye'nin sanat-edebiyat-medya-siyaset-mafya-bilim dünyasının bütün mümtaz şahısları sokaktaydı.
Bazısı pijamaları ve şıpıdık terlikleriyle...
Bazısı sütyen ve kombinezonlarıyla...
Memleketimden nisbeten güzel insan manzaraları...
* * *
Aynı kaldırımı oturarak paylaştığım bir dostum kara mizahını yaptı.
‘‘Sorumluluk Ecevit'in... Ne zaman başımıza geçse, felaketler peşpeşe gelir. Önce güneşi tutturup dünyamızı kararttı, şimdi de dibimizi oydu...’’
Yanındaki öbür karakomedyen müdahale etmek zorunda hissetti kendisini...
‘‘Şimdi seyret kuyrukları... Herkes ekmek, benzin kuyruğuna girecek...’’
İçimden küfretmek geliyor, ama, edemiyorum... İkisi de haklılar çünkü...
Hırsız inşaatçıların, müteahhitlerin borcunu tüketici öder Türkiye'de...
Benzine, sigaraya, içkiye zam yaparsın... Bütçenin, dış borç açığının beşte üçünü karşılarsın... Gir kuyruğa, at elini cebine!
* * *
Geyik-maral muhabbetine fazla dayanamayıp yollara düştüm.
Herkes sokaklardaydı, büyükşehir belediyesine ait parklardaydı.
Yer sofraları, çadırlar kurulmuş, yorganlar battaniyeler serilmişti.
Neymiş? Deprem tekrarlanabilirmiş...
Kendisine ‘‘bilimadamı’’ süsü veren, profesörlük unvanını Doğramacı-Evren ekürisinden almış olan soytarının biri, ‘‘Bendeniz bilim adamıyım, yine deprem olacak, bu akşam sokakta yatacağım...’’ demiş...
Herkes sokaktaydı. O kadar insan sokağa dökülürse ne olur?
Sayın cumhurbaşkanımızın ‘‘hacet kapısı’’ dediği Çankaya Köşkü'nü, ‘‘def-i hacet kapısı’’ háline elbette getiremezler...
* * *
Sokaktayken memleketimden birkaç insan manzarası gördüm.
1 Adamın biri, donunu indirmiş, poposunu otoyola çevirmiş, sıçıyordu. Birisi de yola doğru işiyordu. Küçüktü herhalde, iki eliyle tutuyordu, göremedim... Sokağa dökülenlere kenef vermezsen, memleketin içine eder...
2 Kadının biri, galiba çevreci, ‘‘Hálá mı hizmet yok, ambulans yok, noolacak bu milletin háli?’’ söylemiyle, içip bitirdiği biraların boş tenekelerini yola atıyordu.
3 Birisi üç köpeğiyle açık havaya koşmuştu. Ayaktaydım. Aptal hayvan beni ağaç zannetti, sağ bacağıma sol ayağını kaldırdı. Resmen işeyecekti. Tekme attım... Hayvan az ileriye uluyarak gitti, herkesin ortasına pisledi.
* * *
Deprem sonrası İstanbul sokaklardaydı, parklarda, bahçelerdeydi.
Kebaplarıyla, kuru köfteleriyle, mangallarıyla, şalvarlarıyla, şıpıdık terlikleriyle, itleriyle, köpekleriyle, kedileriyle, kancıklarıyla...
Memleketimden insan manzaraları...
İnsanlarımızın doğal pisliğini (ve pisletmesini) temizlemek, deprem enkazı ve cenaze kaldırmaktan çok daha zordur.
Büyükşehirlerin park-bahçe müdürlükleri personeline acıyorum... Bu memleketin, milletin bokunu temizlemeye ekstra para vermezler netekim...
* * *
İzmit'teki TÜPRAŞ rafinerisi yangınına müdahale etti devlet...
Kocaeli-İzmit-Gebze yok olabilirdi.
Ne zaman müdahale etti? Yangının başladığı saatlerde...
İtfaiye helikopterleri yola çıktı, zamanlıca geldi. Gecenin geç saatlerinde, depremden yarım saat kadar sonra...
Peki, problem ne?
Gündüz helikopterleriymiş kendileri... Gece harekátı yapabilecek aydınlatma projektörleri yokmuş... Tekrar kalkış için sabahı beklemişler...
Ama, TÜPRAŞ rafinerisi yanıyor.
* * *
Eve geldim. Bakkalın önünde kuyruk vardı, üç günlük bayatlamış ekmekler stok ediliyordu. Manava girdim, dört-beş günlük çürümüş domatesler, şeftaliler kapış-kapış gidiyordu.
Kaderimiz böyle galiba...
Paylaş