Kimseler yürüyemeyecekse o yollar nasıl aşınır?

Kurthan FİŞEK
Haberin Devamı

Cumhurbaşkanımız, İspanya dönüşünde, uçakta, iyi gonuştu. Necip Türk milletinin mümtaz temsilcisi olarak, aklımızın başımıza, nerede, ne zaman, nasıl geldiğini hatırlattı.

1 Uçarken

2 Kaçarken

3 Sıçarken

* * *

Neyse, yeni bir şey değil, ‘‘baba’’ her zaman iyi gonuşur. Garnından da olsa, iyi gonuşur, çok gonuşur. Gonuşan Türkiye'nin sembolüdür.

‘‘Yolların yürümekle aşınmayacağını ben söyledim, toplantı ve gösteri yürüyüşleri ganunu, gişisel teminatım altındadır...’’

Bir gün önce, devlet memurları, hem sopa, hem plastik cop, hem tazyikli su, hem ambargolu biber gazı yemişti.

Bizim polisimiz bir hoşlaştı. Eşşeğini dövemeyen semerini döver.

Evde karına kızıyorsan, çocuklarına para yetiştiremiyorsan, kaynanan canını sıkıyorsa, acısını, git, onlardan çıkar!

Bana bulaşma! Ters teperim! Hak arayan memurun kabahati ne?

Sen de memursun! Tabii, imtiyazlı takımdan, özel timden değilsen...

Neyse, ‘‘coplama’’ dedim de, eski bir yazım (17.1.1994) aklıma geldi.

* * *

Gençken az polis copu yemedim. Polislerle aramızda işbölümü vardı. Biz yürürdük, onlar coplardı. Yaşım biraz kemâle erdikten sonra da cop yemeye devam ettim. En son copumu 1979 yılının haziran ayında yediydim... Ankara Spor Akademisi'nin başkanıydım. Yani, rektör gibi bir şey...

Türkiye'nin milli sporcuları akademi öğrencisiydi. 554 kayıtlı öğrenci, 428'i milli... Atletler TİP'li, boksörler Dev-Genç'li, pehlivanlar MSP'li, judo-karateciler MHP'li, basketbolcularla voleybolcular tarafsızdı.

19 Mayıs spor kompleksinde, hemen yanımızda da ‘‘fruko’’ tabir edilen toplum polisinin merkez karargâhı vardı.

Milli sporcuların o dönemdeki psikolojileri ilginçti. Kamplara beraber girer, kondisyon salonlarını beraber kullanır, milli formayı paylaşır, İstiklal Marşı'nı beraber söyler, öpüşüp koklaşırlar, derse girdiler mi, solcu-sağcı kesilip dövüşürlerdi.

Hayatımın en uykusuz gecelerini akademi başkanlığı sırasında geçirdim. Son coplarımı da o zaman yedim...

* * *

Uykusuz gecelerimin uyanık kâbusu, o talebe kavgalarından birinde milli sporculardan birinin ölmesiydi.

Sporcu bu... İspenç horozuna benzemez... O kondisyonuyla, o boyuyla, o kilosuyla vurdu mu gebertir.

Dışarıda patırtı duydum mu fırlardım. Yumruk atmaya çalışan milli boksörle göğüs çaprazına giren milli pehlivanı, milli gülleciyle amansız karateciyi ayırmaya çalışırdım.

Yine olay çıkardılar. Aralarına girdim. Eşofmansız (ve kravatlı) hâlime bakan polisler kavgacıları bıraktı, beni coplamaya başladı. ‘‘Ajan provokatör’’ sandılar zahir...

Kavga oracıkta kesildi, bizim öğrenciler frukoları dövdü. Pehlivan çift daldı, birileri yumruk attı, öbürü kick-box takıldı.

Sinen polislerden biri sızlandı.

‘‘Ne biliym herifin akademi başkanı olduğunu? Hepiniz eşofmanlısınız, inekoğluinek kravatlı, takım elbiseli... Ortama uymuyor. Ajan provokatör sandım...’’

* * *

Üniforma giymek insanı değiştirir.

Üniformalı, coplu polisler, memurları acımasızca dövdü. Bakkalın, manavın, enflasyonun, Moody's ve gâvur finans kuruluşlarının, ölen arkadaşlarının, terörün, PKK'nın hıncını yürüyen insanlardan aldı.

Baba gonuşuyor netekim... ‘‘Yürünen yolların aşınmayacağını ilk ben söyledim...’’

Boş ver babacığım! Kimse yürüyemezse, o yollar nasıl aşınacak?













Yazarın Tüm Yazıları