Paylaş
İNSANLARIN birbirine düştükleri, didiştikleri, savaştıkları ortamlarda ‘‘hakem’’ ne işe yarar? Devletin, işçisiyle, memuruyla dalaştığı bir ortamda, ‘‘hakem’’ (veya tahkim heyeti) gerekir mi?
Bir-iki haftadır futbol yazıyorum. Daha doğrusu, sosyo-politiğini yapıyorum. Yapıyorum, çünkü, futbol toplumun aynasıdır.
* * *
Türkiye'ye futbolu ilk sokan James Lafontaine, İngiliz'lerin oynadıkları bu garip oyunun kurallarını bilen tek kişiydi.
İlk hakemliği onun yapması da normaldi.
Öylesine normaldi ki, ilk yerli hakemimiz Fuat Hüsnü Kayacan'ın 1907 yılındaki Kadıköy-Moda maçına, ağzında düdük, iki dudağının arasında ölüm-kalım fermanıyla çıkması bile, başlı başına ‘‘olay’’ olmuştu.
Yıllar geçti aradan... Yabancılardan Cimon, Vasidyadis, Hunter, Kraski, Allen ve Tilbert'i, bizden Ali Sami Yen, Nasuhi Baydar, Sait Selahattin Cihanoğlu ve Galip Kulaksızoğlu'nu ‘‘temyizsiz mahkeme’’ olarak tanıdık.
* * *
Spor yazarlığı yaptığım yıllarda, hakem sayısı iki elin parmaklarını geçmezdi. Garan, Başar, Ladikli, Gürüz, Sağnak, Sarvan, Gökay, Arığ'ın maç almaları, takımlar için verilmiş sadakaydı. Onların yönetmeye vakit bulamadıkları maçlar, karakolda biterdi.
O sırada mahalli şovenizm aşamasındaydı futbolumuz... Kimse doğru-dürüst düdük çalan hakemleri sevmezdi.
Bütün hakemler küfür işitirdi.
* * *
Bundan on beş yıl önce, içeride 900, dışarıda 47 maç yöneten hakemlerimizden Talat Tokat'la bir sohbetimiz olmuştu. Hakemliğin nasıl, nemenem bir şey olduğunu, 92 bin kişi önünde Real Madrid-İnter maçını sızıltısız yönetmiş birinden öğrenmek çok eğiticiydi benim için...
Kırıkkale'de maç yönetiyormuş...
Tribünlerden slogan gelmiş...
‘‘Hakeeeeeemmmmm! Çölde senin ağzına sıçayım...’’
Hakeme ilginç küfür...
Maçı durdurmuş, gençten seyirciyi inzibat marifetiyle, esas duruşta yanına getirtip, ‘‘Erkeksen ağzıma burada sıç!’’ demiş...
Sonra, sırf merakından sormuş... ‘‘Niye çölde?’’
Cevap hazır... ‘‘Ağzını yıkamak için orada su bulamazsın.’’
* * *
Sevgili Erman Toroğlu'ndan rica etmiştim. ‘‘İşittiğim Küfürler’’ diye bir kitap yaz diye... Anlattı, ama, yazmadı.
Kırıkkale'de maç yönetiyormuş...
‘‘Abdülhamit'in saz heyeti ananı boğaz köprüsünün ortasında şaapsın!’’
Maçı durdurmuş, tribüne çıkmış...
‘‘Niye Abdülhamit'in saz heyeti?’’
‘‘36 kişi de ondan...’’
‘‘Niye Boğaz Köprüsü'nün ortasında?’’
‘‘Her kıtadan duyulsun diye...’’
* * *
Hakemlik zor zenaattir. Tribünlerden işittiğin küfürleri içine tam sindirmişken, eve dönersin, çocukların sorar. ‘‘Babacağım! Sana bugün 'nonoş' diye bağırdılar. Mádem öylesin, ben nereden geldim, nasıl oldum?’’
Peki, topçular hakemleri nasıl görüyor? Onu da Toni Schumacher'le konuşmuştum. Cevap verdiydi.
‘‘Kendilerini ‘tarafsız' zanneden hakemleri, Overath, Breitner ve benim gibileri çok rahat avuçlarının içine alırlar. Sürekli bağırır, yığınla numara yapar, sonunda hakemi köleleri haline getirirler. Hakem garip, zavallı bir insandır aslında...’’
* * *
Hakemler buna ne diyor? Yine Tokat’ı dinleyip láfı bağlayalım...
‘‘Futbol dünyanın her yerinde 17 kuralla oynanır, 18'incisi yoktur. Hepsini uygulamak, onlar konusunda anında karar vermek zorundayız...’’
Herkesin tarafsız bir hakeme ihtiyacı varmış gibi geliyor bana...
Yanılıyor muyum?
Paylaş