Paylaş
ÜNİVERSİTEDE okurken, en sevdiğim (ve sevdiğimiz) hocamız Arif Payaslıoğlu'ydu. ‘‘Hastalık’’ mertebesinde Beşiktaşlı olduğu için, kendisine ‘‘Arabacı Arif’’ derdik.
‘‘Köktenmülkiyeli’’ olduğu için, her şeyi bilir, her konuda konuşurdu.
Ama, bizim kafamızın almadığı şeyleri, bizim bile anlayabileceğimiz bir basitliğe indirger, türkçeleştirirdi.
* * *
Sınıflar küçüktü. Dersler sohbet toplantısı şeklinde geçerdi. Sigara içerdik. Adlarını vermem, bunca seneden sonra alınganlık gösterebilirler, ama, herkes otlakçıydı, benden başka paket-kibrit taşıyan yoktu.
Hem okuyor, hem gazetecilik yapıyordum.
Çalıştığım gazetenin sağlık muhabirleri, inat ve ısrarla, ‘‘Sigara sağlığa zararlıdır, kanser yapar!’’ diye haberler getiriyordu.
Korktum, sigarayı bırakmaya karar verdim.
Dersteydik. Herkes elime, gözümün içine bakıyor.
Arif Hoca'nın sigara isteyesi tuttu. ‘‘Bir cigara ver lan!’’ dedi.
‘‘Bıraktım!’’ dedim.
‘‘Bir sağlık problemin mi var?’’
‘‘Yoooo...’’
‘‘Bak, sana bir büyük aklı vereyim... Sebep yokken sigaraya başlamak eşeklik, sebep yokken bırakmak eşşoğlueşşekliktir...’’
Büyüklerime inanır, güvenirim...
Kırk yıldır, kesintisiz, günde 3-4 paket içiyorum... Marifetmiş gibi...
* * *
O tarihlerde yeni icát olan bir ‘‘frustration-aggression theory’’ vardı. Arif Hoca onu anlatırdı.
Anlamak ne mümkün? Karmakarışık bir şey...
Saldırganlık, mütecavizlik, tatminsizlik, hayal kırıklığı, bunalma-boşalma, aklınıza ne gelirse...
Yeni bir kavramdı bizim için... Tıpkı ‘‘depresyon’’ gibi...
Eskiden canımız sıkılırdı, ama, yeni adıyla, depresyona giriyormuşuz meğerse.
Neyse, manik depresif olmadığımızı, sadece canımızın sıkıldığını öğrettikten sonra, frustration-aggression'ı üç defa anlattı Arif Hoca...
Anlamadığımızı görünce, türkçesini söyledi.
‘‘Eşeğini dövemeyen semerini döver...’’
* * *
‘‘Double standard’’ (çifte standart, ikili oynama) láfını da anlattı sevgili hocam... Anlamadığımızı görünce, türkçeye çevirdi.
‘‘Ete, ota gelince havhav, döte gelince mırmır...’’
Yani, işine geldi mi dost, gelmedi mi düşman...
* * *
Arif Hocam'ı yirmi sene sonra tekrar gördüm. Gençti, dinçti.
Allah uzun ömür versin, hálá da öyle... ‘‘Bugünkü Resmi Gazete'yi okudun mu?’’ diye sordu, ‘‘Okumadıysan git oku...’’
Gidip baktım, gülmeye başladım. Sanayi Bakanlığı Fiyat, Kalite ve Standartlar Dairesi'nin, 2 Kasım 1985 tarihli mükerrer sayısında, Türk erkeğinin kullanacağı standart prezervatif boyu üzerine bir tebliği vardı.
Kaliteli kauçuktan yapılıp saydam ve sıvı kaydırıcılarla kaplanacak, delik, yırtık veya kabarcıklı olmayacak, boyu 17 santim, genişliği 4.5-5.5 santim olacaktı.
Arif Hocam'ın uyarılarına kulak verdim.
‘‘Cahilliğini bilen, bilmediği konuları, bilenlere sorar...’’
Ben de matematikçi dostlara sordum bu konuyu...
‘‘Çapı 4.5 santim olan bir silindirin çevre mesafesi 14 santimdir...’’
Abartmada üstümüze yok anlaşılan... Doğalgaz hattı döşüyoruz sanki...
* * *
Allah uzun ömür versin, Arif Payaslıoğlu hocamı rüyamda gördüm.
Hafızam kırk sene öncesine gitti, söylediklerini tek tek hatırladım.
Türkiye'nin abuk-sabuk gündemini yakalamak, pazar yazısı yazmak için ne yapmam gerektiğini soracaktım, vazgeçtim...
Ne diyeceğini çok iyi biliyorum...
‘‘Ne yazarsan yaz! Aylak bakkal, vaktinin çoğunu, kendi testislerini tartarak geçirir...’’
Paylaş