Paylaş
Dokuzuncu Cumhurbaşkanımızı Güney Amerika'ya götüren dev yolcu uçağı ‘‘turizm cenneti’’ Kanarya Adaları'na indi. Mahalli, milli ve milletlerarası medya alesta bekliyordu.
Kanarya Adaları İspanya'nındır. Yazma ve konuşma dili ispanyolcadır. Turistik oteller dışında pek ingilizce bilinmez...
Onun için, türkçe-ispanyolca ‘‘simultane mütercim’’ hâzır ve nâzırdı.
Klasik sorular soruldu, türkçeye çevrildi, klasik cevaplar verildi, ispanyolcaya tercüme edildi.
Derken, medya terörü esmeye başladı. ‘‘Paparazzi ruhlu’’ bir medya mensubu, elindeki metni çat-pat ingilizcesiyle okumaya başladı.
‘‘Bunlar zevk-ü sefada... Bir elleri yağda, bir elleri balda... Ne yapıyorlar? Singapur'larda, Yeni Zelanda'larda, Avustralya'larda geziyorlar. Soruyorum. Buralardan, bu gezilerden Türk halkına ne sağlanır? Çankaya sakini ve hükümet üyeleri, davetsiz olarak nereye, hangi ülkeye giderlerse gitsinler, elimize iktidar geçtiğinde, aldıkları bütün harcırahları, devleti soktukları bütün masrafları kendilerinden tahsil edeceğiz... Bu ayıplar dönemini kapatacağız... Ülke bu durumdayken kalkıp dünyanın öbür ucuna gidip küçük düşmek, mazoşist bir tabiatımız olduğunu gösterir...’’
Bitirdi okumasını... Boğazını ingilizce temizledi, sordu.
‘‘Vat du yu sey?’’ (Ne diyon babo?)
‘‘Huu sed det?’’ (Kim etmiş o lafı?)
‘‘Yuv sör... In 1991...’’ (Sen dedin baba, 1991'de.)
Dokuzuncu cumhurbaşkanımız bir-iki saniye duraladı, toparlandı, cevabını ingilizce verdi.
‘‘Yestırdey iz yestırdey, tudey iz tudey...’’
* * *
Başkanlık sistemleri, halkın doğrudan oyuyla seçilen tek bir kişiyi öne çıkartır, vitrine yerleştirir.
Başkan sembolse, mesele yok... Başkan ‘‘garnından gonuşur’’, işler yürümeye devam eder, dünya döner.
Başkan kendini aşırı ciddiye alıyorsa, bilginin ve aklın sadece kendinde olduğunu varsayıyorsa, işler çatallaşır.
Padişahlığı gördük, tek şefliği gördük... Hayrını, hayırlarını görmedik.
* * *
Başkanlık Sistemi'nin en çarpıcı şekli Amerika'dadır.
En anti-demokratik başkan, Abraham Lincoln'dü. Ulvi duygularla yola çıktı, zencilere özgürlük vermek istedi. Kendi elcağızlarıyla tayin ettiği 12 kişilik kabinenin 12 üyesi ‘‘Köleliği kaldırmaya henüz hazır değiliz!’’ diye parmak kaldırdı.
Kabine toplantısını bitiriş cümlesi ölümsüzdür.
‘‘Köleliğin kalmasını isteyenler 12, kalkmasını isteyenler ben... Kölelik bitmiştir...’’
Kölelik bitti, Amerika iç savaşı (1861-1865) başladı.
İkiye bölünmüş bir ülkenin 2 milyon evladı öldü.
* * *
John F.Kennedy ‘‘çiçek çocuklarının öncüsü’’ sayılırdı. Başkan oldu, Küba Krizi'ni yarattı, soğuk savaşı az kalsın, sıcak savaşa çeviriyordu.
Eisenhower savaş kahramanıydı, Kore Savaşı'nı bitirdi.
* * *
Bizde ‘‘başkanlık sistemi’’ olsa ne olur?
Barış güvercinlerini uçuran Ecevit Kıbrıs'ı problem yaptı.
Atatürkçü Kenan Evren şeriatı başımıza musallet etti.
Özal tek sivildi (12 Eylül sıralarında), yedek asteğmenlik kesmedi, mareşallik istedi.
Demirel'in ne yapmaya çalıştığını otuz yıldır anlayamıyorum.
Ama, bildiğim tek şey var.
Ferden çok akıllı olmasak bile, külliyen dahiyiz!
Egemenlik kayıtsız-şartsız ‘‘seçilmiş meclis’’in olsun...
Bu yazı, kendilerine başkan arayanlara ithafımdır.
Paylaş