Paylaş
Arkadaşlara söz verdiydim. Babalardan, kurtarıcılardan, başkanlıktan, baybabalık sisteminden söz etmeyecektim.
Tam ben susuyorum, birileri fıştıklıyor. Beni şeytan dürtüyor.
Eşyanın tabiatı gereği, tavuk poposu da tövbe tutmuyor.
* * *
Bazı anekdotlar vardır, herkes bilir, ama, günleri tekrar-tekrar gelir, aynı lezzetle dinlenir.
Bu da onlardan biri...
Atatürk Türkiye'sinde ‘‘umûma açık’’ sinemaların sayısı iki elin parmaklarına ancak sığardı. Yabancı filmlere, özellikle de vurdulu-kırdılı korsan filmlerine ‘‘müthiş rağbet’’ vardı. O izdiham yüzünden sinemalara girilemediği için, yabancı filmler, ilk vizyonlarına Çankaya Köşkü'nde girerdi.
Atatürk'ün en büyük zevklerinden biri, bu ilk gösterimlere başkentin önde gelenlerini çağırmaktı.
* * *
Film Douglas Fairbanks'in otuz altı kısım tekmili birdenlerinden biriydi. Fırtınaya yakalanan, ‘‘mal ve dilber dolu’’ ticaret gemisi pusulasını şaşırıyor, korsanlı sulara giriyor, saldırıya uğruyordu.
Allah'tan, ‘‘kurtarıcı’’ rolünde Douglas vardı gemide... Saçları gür, bıyıkları kaytan, kılıcı keskindi. Saldırgan korsan gemisindeki 137 korsanı kılıçtan geçiriyor, kızların en güzelini koluna takıyor, pınarlarından şerbet, bakışlardan şehvet fışkıran ‘‘cennet misali’’ bir adaya çıkıp, huriler kadar güzel o kızla sık çalılıkların arasında kayboluyordu.
* * *
Anlatıldığına göre, Çankaya'da film bitmiş, ışıklar yanmış... Ön sırada oturan Neyzen Tevfik hüngür hüngür ağlıyor.
Atatürk şaşırmış... ‘‘Üstad, film mutlu sonla noktalandı, niye ağlıyorsun?’’ diye sormuş...
‘‘Ben bu filmi daha önce seyrettiydim...’’ demiş Neyzen, ‘‘Önce kurtarırlar, sonra becerirler...’’
* * *
Garip memleketiz vesselam!
Ayağını sallasan babaya, kurtarıcıya çarpıyor.
Herkes baba arıyor. ‘‘Benim asıl babam kim?’’ diye soruyor.
Hürriyet Ankara büromuzdan Kadir Ercan adli tıpçılarla, histologlarla, dermatologlarla konuştu.
Hepsi aynı şeyi söylüyor.
‘‘Bizler, baba olduğu iddia edilen baba adayıyla onun çocuğu olduğu söylenen çocuğun kan grubuna, dokularına ve DNA'larına bakarız. Bu testlerden herhangi birinde uyuşmazlık varsa, gönül huzuruyla, ‘Bu çocuğun babası kesin olarak bu adam değildir' deriz...’’
Peki, ya üç test birden uyarsa!
İş o zaman çok ciddi...
‘‘Uysa da, uymasa da kodum!’’ diyemezsin...
‘‘Gerçek babam kim?’’ sorusuna açıklık getirmek gerek...
Açıklama devam ediyor.
‘‘Testlerin tamamında uyum varsa, kesinlik yok, ihtimal vardır. ‘Bu adam bu çocuğun babasıdır' diyemeyiz, ‘Bu adam bu çocuğun babası olabilir, muhtemeldir' deriz... Raporumuzu hazırlayıp mahkemeye yollarız, onlar da şahitleri dinler, öbür delillere bakar, vicdani kanaatine varır...’’
* * *
‘‘Baba’’ aramaya, ‘‘kurtarıcı’’ bulmaya niye bu kadar meraklıyız?
Kendimize, kollektif akl-ı selimimize, mantığımıza güvenmiyoruz da ondan...
Tembeliz, biz karar vereceğimize (bir zahmet), kerameti kendinden menkûl birileri bizim yerimize düşünsün, karar versin istiyoruz, ondan...
Mark Twain'i zamanında okuyacak kadar ingilizcemiz olsaydı keşke...
‘‘En çok babama güvenirdim, onu da annemin üstünde yakaladım...’’
Paylaş