Paylaş
Richard Milhaus Nixon, Amerika'nın otuz yedinci başkanı olduğunda (1968), liberallerin, demokratların, Amerika'ya özgü solumtrakların sinirleri bozuldu.
‘‘Eyvaaahhh!’’ dediler, ‘‘McCarthy dönemi hortluyor...’’
Sevimli bir fizyonomisi yoktu. Siyasi sicili berbattı.
Ama, başkanlığının ilk döneminde, bütün anti-komünist kimliğine ve geçmişine rağmen, önemli işler başardı. Çin'le buzları eritti, Vietnam savaşını bitirdi, Soğuk Savaş'ı sona erdiren temelleri attı.
Bütün muhalifleri bakıştı. ‘‘Değişti mi acaba?’’
Değiştiğine, çağdaşlaştığına hükmedildi. İkinci defa başkan seçildi.
* * *
Aradan iki yılcık geçti. Aslına rücû etti Nixon... Muhalefetteki Demokrat Parti'nin ‘‘Watergate’’ binasını soydurdu, dinletti.
Üstelik, aptalca şekilde... Beyaz Saray'daki ofisinden her gizli konuşmayı teybe aldırıyordu.
Seçilmiş meclis kendisinden o bantları istedi.
Vermemekte direndi. ‘‘Azil’’ (impeachment) yetkisinin kullanılacağını hissedince, önemli bölümleri kayıttan sildirdi, bantları teslim etti.
‘‘Haberim yoktu!’’ dedi, ama, bal gibi haberi vardı.
Neyse, rezalet ayyûka çıkınca, hapse girmektense, istifa etti Nixon... Yerine gelen otuz sekizinci baybaşkan, hem yürümeyi, hem sakız çiğnemeyi aynı anda beceremeyen Gerald Ford, işlediği, işlemiş olabileceği veya ileride işleyeceği bütün suçlardan Nixon'u affetti.
* * *
Aynı haltı ‘‘prezidan’’ George Bush yedi. Amerika'nın İran'la ‘‘kısmi savaş’’ halinde olduğu sırada İran'a silah satıp aldığı parayla Nikaragua'daki faşist ‘‘Contra’’lara çıkma yapan bütün bürokratlarını, silah tüccarlarını, aklınıza gelebilecek her üçkâğıtçıyı özel affetti.
Başkanlık sistemi faziletlidir, her adaletsizliğe kadirdir.
* * *
Amerika'nın otuz dördüncü cumhurbaşkanı ‘‘cumhuriyetçi’’ Eisenhower'dı. ‘‘Savaş kahramanı’’ olmanın, ‘‘şahin’’ görünmenin ekmeğini yedi, Beyaz Saray'da iki dönem oturdu.
Ama, soğuk savaşın o en kızışık yıllarında (1953-1961) resmen ‘‘kumruluk’’ yaptı, Amerikan ekonomisini sivilleştirdi, silah üretimini sokaktaki sıradan insanın tüketimine kaydırmaya çalıştı.
Kırk yılın şahini, kumru çıktı.
* * *
Amerika'nın otuz beşinci devlet başkanı John Kennedy'ydi.
Gençti, sivildi, yükselen değerdi, liberaldi, demokrattı, ezilen azınlıkların haklarına pek bir düşkündü, güzel karısı, şipşirin çocukları vardı, Amerikan ekonomisinin topyekûn ıslahında ısrarlıydı, dünya çapında barışı savunuyordu.
Beyaz Saray'a girişinin dördüncü ayı dolmadan, CIA'nın dolduruşuna geldi, Küba'nın ‘‘Domuzlar Körfezi’’ olarak bilinen yerine, Castro aleyhtarı, silahlı bir mülteci gerilla grubunu indirdi. İnenlerin hepsi yarım saatte yok edildi.
Bu fiyasko ziyadesiyle koymuştu Kennedy'e... Ekim 1962'de, zevahiri kurtarmak için, Küba'ya giden iki Sovyet gemisini çevirdi, Castro'ya ambargo koydu, krizi tırmandırdı. Kruşçef alttan almasaydı üçüncü savaş çıkacaktı az kalsın...
Kumrulaşan asker ‘‘Cumhuriyetçi Eisenhower’’...
Şahinleşen sivil ‘‘Demokrat Kennedy’’...
* * *
‘‘Başkanlık Sistemi’’ denilen şey budur.
Kolektif akıl ve mantığa güvenip sandık başına gitmezsen, tek bir kişinin kurnazlık ve karizmasına takılırsan, ne çıkarsa bahtına!
Gerçi ‘‘leopar beneklerini dökmez’’, ama, değişebilir.
Dün dündür, bugün bugündür.
Netekim...
Paylaş