Paylaş
Artık Avrupalı olduğumuzu söylediler bana... Heyecanlandım... ‘‘Suyun beri tarafı’’ yabancımız değil... Yarım millennium önce de oradaydık... Geri döndük... Tekrar oradaymışız...
Güzel... Noolacak şimdi?
* * *
Dört satırlık bir af yasasını çıkarmaktan áciz bazı milletvekilleri toplanacak, 100.000 sık satır yazılmış Avrupa Birliği mevzuatını bize uyarlayacak, uyduracak...
Uysa da olur, uymasa da .odum...
En iyi ihtimal ‘‘Avrupalı’’ oluruz...
En kötü ihtimal, ikinci satırdan sonra, ‘‘sürmenaj’’ oluruz...
* * *
‘‘Avrupalı’’ olduk... Neşeliyiz hepimiz...
1453 yılından beri, hep Avrupa'dayız, ama, her zaman Avrupa'nın dışındayız...
* * *
Fazıl Say Ankara'da konser veriyordu. Atatürk Spor Salonu'nda...
Beş bin kişilik salon nisbeten bomboştu. Olsa olsa, 1.200 izleyici...
Akustik rezalet... Ama, sesler yüksek, fon müziği bir álem...
Fazıl görkemli ilk yarıyı bitirdi, çıktı, dinlenmeye, nefeslenmeye gitti. Beş yıl sonra ‘‘Avrupalı’’ sayılacak birkaç ses, salonda yankılandı.
‘‘Frigooo buuuzzz...’’
* * *
Sevgili Fazıl ‘‘doğaçlama’’ yapıyordu.
Yeni doğmuş bir bebeğin ana kucağına ilk oturması...
Atatürk Spor Salonu'nun kontrolsuz koridorlarında, itişip kakışan bebelerin feryatları duyuluyordu.
Fazıl sinirli bir insandır. Duygusaldır, fevridir. Tam konsantre olmuşken, konser salonunun en ücra köşesinden cep telefonu ciyaklaması gelse, sinirleri bozulur.
Benim de bozulur, konseri bırakırım, ama Fazıl bize alıştı.
Sesini çıkarmadı, emprovizasyonuna devam etti.
Tam o sırada, protokol kapısının sol tarafında kalan kale arkasından, bir miyavlama, bir ciyaklama geldi.
Fazıl duralar gibi oldu.
Yine de devam etti.
Espriyi babası, sevgili dostum Ahmet Say yaptı.
‘‘Kedinin miyavlaması, yeni doğmuş bir bebeğin ciyaklamasına benziyor. Neyse ki çocuk sinirlenmedi, senkronizasyon sağlandı...’’
* * *
Güher-Süher Pekinel kardeşlerimiz (ve öz akrabalarım), mevcut mevzûatımız yüzünden, konser kaçırdılar.
Neymiş? Çift pasaportlu olunca, yurt dışına çıkılırken, iki pasaportu da beraberlerinde taşımaları gerekirmiş...
* * *
Avrupa'ya son çıktığımda bavullarımı almaya gittiydim.
Önüm kalabalıktı.
Gümrükten geçerken, nihayet gelebilmiş olan bavullarımın yapış yapış olduğunu görmüştüm... Akraba ziyaretine gidenlerin kokoreçlerinin yağı, pekmezlerinin şekeri sızmıştı. Soğan-sarımsak kokuyordu her taraf...
Neymiş? Akraba ziyaretine gidilirken ‘‘memleket tadımları’’ götürülürmüş...
Herkesin damak tadı, burun kokusu kendisine...
Ama, ‘‘birlik-bütünlük’’ dediysek, bu kadarını da demedik...
* * *
Bir konser izledim, sinirim bozuldu.
‘‘Geçiş taksimi’’ mûsıkimizde önemlidir.
Sanatçı dinlenmek, kafasını toplamak ister.
AB'ye geçiş taksimimiz ‘‘Frigooo buuuzzzz!’’ olursa, konser salonunda ‘‘kokoreç-içli köfte-muhammara-soğansarımsaaaakk-badlıcan-zoğğaannn!’’ diye böğrülürse, kedi miyavlar, köpek havlarsa problem belli...
Entegrasyon (bütünleşme) konusunda tek problemimiz var.
Serbest dolaşım ve bulaşım hakkı...
Paylaş