LONDRA'da Chelsea destanını yaratan kahramanların bazıları Elazığ'da oynamıyordu. Özellikle sakatları ve yorgunları bakıma almıştı Lucescu...
Ve Tümer ile Sergen ilk 11'de oynuyordu. Hani, yan yana gelemezlerdi... Birlikte olmazdı... Lucescu, adeta kendi klasiğini yıkmıştı.
Beşiktaş'ın yediği gol, katıksız bir savunma faciasıydı. Kornerden gelen topa Ramazan çıkması gerekiyordu... İki ayağı üzerinde çakıldı kaldı Ramazan. Savunmanın altıpas içinde Yunus'a röveşata kolaylığı vermesi de, hatalar zincirinin bir diğer halkasıydı.
* * *
Beşiktaş, bazı maçlarını adeta idman havasında oynuyor. Elazığ maçı da onlardan biriydi. Golü yedikten sonra 5 dakika işi ciddiye aldı ve iki gol yakaladı.
İkisi de İlhan Mansız'a sunulan iki nefis pozisyondu. Gollerde Serdar ve Yasin'in asistlerini hatırlamadan sadece Mansız'a koşup sarılmak, diğerlerine haksızlık olur. Atan kadar yaratanlara da alkışlar...
İsmet Arzuman ilk yarının son dakikasında net bir penaltı görüntüsünü adeta gözleri kapalı izledi. Sergen'in kafasına giden topa, Ümit'in uzattığı el, penaltının babasıydı...
* * *
Taşıdığı değerlerin hiçbirini dün Beşiktaş'ta göremedim. Yüksek tempo, rakibi bıktıran ve bozan baskı ve diğer değerler...
Sadece skora yönelik oynadı Beşiktaş. Ve ‘‘istediğim zaman atarım’’ havasında 90 dakikayı tamamladı.
Herkes hala Chelsea maçını yaşıyordu. Ve sanki rakibi küçümsüyordu... İki rakip arasındaki kadro farkı, Beşiktaş'ı böyle bir rahatlığa sürükleyen bir başka nedendi...
Sahada oynayan film ‘Zengin ve Yoksul’u hatırlatıyordu.
Ahmed Hassan'ın ilk golü nefisti. İlhan Mansız'ın asisti ise, iki futbolcunun arasını açmak isteyenlere anlamlı bir yanıttı.
Beşiktaş'ı, diğer maçların çoğunda dünkü havasında göreceğiz. Rakibe göre oynayacak, gerektiğinde işi ciddiye alacak. Buna da zengin kadrodan kaynaklanan aşırı bir özgüven diyebilirim...