OYUNUN ilk 45 dakikalık bölümü bittikten hemen sonra notlarımı önüme serdim. Sayfaları tek tek karıştırıyorum...
Ve Pancu'nun golüne dek Beşiktaş'ı çeyrek finale taşıyacak bir umut ışığı arıyorum... Rakamlar beni çıldırtıyor. İnanılmaz bir top kaybıyla oynuyor Beşiktaş. Her hatalı pas, Cordoba'nın kalesine ateşten bir top gibi dönüyor.
Oyunun bu bölümünde Tayfur'un rakibin ayağına attığı yanlış pas sayısı korkunç boyutlara ulaşıyor. Ve Beşiktaş tepeden tırnağa derin bir stres çukurunda adeta boğuluyor.
Hemen Sergen'in notlarına bakıyorum. O da bu kargaşanın içinde silinip kaybolmuş... Slavia, Beşiktaş'ın oynayacağı ve silahlarını kullanacağı her alanı daraltarak egemenliğini hissettiriyor. Ve umutların endişeye dönüştüğü 42. dakikada gelen Pancu'nun müthiş golü... Her şeyin değiştiği ve Beşiktaş'ın çeyrek final kapısını araladığı an.
Şimdi hemen ikinci yarının başına gidiyorum. Ve Pancu'nun golü kadar maçın kaderini etkileyen Cordoba'nın bir kurtarışını alkışlıyorum.
Ve ikinci yarıda gerçek kimliğine kavuşan, olağanüstü bir kükreyişle rakibi adeta boğan ve sahanın her noktasında ezen şahane bir Beşiktaş izliyorum.
Pancu'nun her geçen dakika artan müthiş performansı. Tamer-Ronaldo ve Ahmet Yıldırım’ın ayağından çıkan düzgün toplar. Ve İlhan Mansız ile Ahmet Dursun arasındaki diyaloğun Beşiktaş ataklarına getirdiği etkinlik...
İşte, Beşiktaş'ın gerçek kimliğine kavuştuğu oyunun ve çeyrek final kapısına dayandığı dakikalar.
Lucescu, her iki maçta da zaman dilimini öylesine akıllıca kullandı ki... Kutluyorum Rumen hocayı. İki maçlık oyunda Beşiktaş'ı yılların özlemine taşırken, bir satranç ustasını andırıyordu.
Öncelikle Prag'dan, İnönü'ye taşıyacağı avantajlı skorun hesaplarını yaparken, hiçbir abartılı davranışa yönelmedi. Ve İnönü'de Prag'ı vururken, yine kendi klasiğini bozmadan ve asla fantazilere kaçmadan işi bitirdi. Lucescu'yu hala eleştirenler mi... Bakmayın onlara. Beşiktaş'ı ve Luca'yı tanımayanların şamatası...