MAÇTAN önce Sevilla’da bir kafeteryada elime günlük bir İspanyol gazetesi geçti. 9 sütuna yayılan manşet, klasik maç başlıklarından biriydi...
‘Türkler’e Sevilla cehenneminden çıkış yok.’ Gülüp geçtim. İçimden de usulca fısıldadım...
‘İnönü’ye gelseydiniz, cehennemin ne olduğunu orada görürdünüz.’
Biraz sonra kafeteryadaki masaya İspanya’da yaşayan Türkler geldi. Laf dönüp dolaşıp yine maça takıldı. Sevilla’yı öyle bir anlattılar ki, bayağı ürktüm. Farktan söz ediyorlardı. İnanmasam da maça korkar adımlarla gittim.
Oyun başladı, endişelerimin her birinden kurtuldum. Farklı bir Beşiktaş izliyordum. Sahayı akıllıca kullanıyordu ve ayağa oynayarak rakibi şaşırtıyordu. Sevilla’dan asla korkmuyordu. Hücum hevesi de rakipten az değildi. İyi oynayanların sayısı da bir hayli fazlaydı.
* * *
Tümer Metin’in ayağından çıkan toplar, Beşiktaş’ı hücuma koşturuyordu.
Koray Avcı önliberoda şık işler yapıyordu. Rakipten çaldığı her topu hatasız servise sokuyordu. Okan Buruk’un soğukkanlı davranışları ve deneyimli kimliği, Beşiktaş’ın sağ kanadına hücum rahatlığı getirmişti. Ali Tandoğan’ın Okan Buruk’a yakın oynadığı pozisyonlarda, Beşiktaş’ın hücuma yönelik etkinliği bir kat daha artıyordu.
İbrahim Akın için de iyi şeyler söyleyebilirim... Savunma bloğundaki uyum ve özgüven herkes gibi beni de şaşırttı. Hatasız oynuyorlar ve rakibi hep tehlikeli bölgenin dışına itiyorlardı.
İlk 45 dakika bittiği an kafam yedek kulübesindeki bir futbolcuya takıldı. Daha doğrusu, Beşiktaş’ın hücum girişimlerini hatırladıkça, aklım hep onda kaldı. Youla tam bu maçın adamıydı. Uzun toplarda Sevilla defansını kolayca avlayabilirdi. Ama oyuna geç girdi.
* * *
Endişe dolu duygular taşıyarak gittiğim bir maçta, şimdi Beşiktaş’tan bir gol bekliyordum. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim... Bu sezon Beşiktaş’ı hiçbir maçın ilk 45 dakikasında böylesine mükemmel bir teknik-taktik bütünlük içinde görmedim.
Şimdi geliyorum madalyonun diğer yüzüne... İkinci yarının hemen başında, maç öncesinin korkuları bir anda yine benliğimi sardı.
Cordoba iki top çıkarttı, herkesin yüreği ağzına geldi. Beşiktaş’ın ilk 45 dakikadaki özgüveni ve oyun bütünlüğü bir anda kaybolmuştu.
Pas hataları başlayınca, Sevilla’nın hücum üstünlüğü oyundaki tüm dengeleri bozdu.
Ve ilk 45 dakika gol atmasını beklediğim Beşiktaş’ın her an gol yiyebileceği duygusu, herkes gibi beni de etkiledi.
Ve o gol geldi... Ardından diğer goller...
Bu sonuç, Beşiktaş’ı UEFA’daki yarışın dışına mı itti? Böyle bir soruya kesin bir yanıt veremeyeceğim.
İlk 45 dakika Sevilla’da izlediğim Beşiktaş, bu kimliğini Zenit ve Guimaraes maçlarında oyunun bütününe yayarsa, umut ışığı yakabilir. Yoksa bu iş Sevilla’da bitti.