HÜRRİYET’in "yazı işleri masası" ile tanışmam, genç bir muhabir olarak işe başladığım 1989’da gerçekleşti.
Cağaloğlu’ndaki binada, kapısında kıdemli ofisboy bulundurulan büyükçe bir odadaydı yazı işleri.
Yandaki okulun bahçesine bakan odaya teneffüslerde kaçınılmaz şekilde doluşan çocuk cıvıltısı ağır abilerle tatlı bir tezat oluştururdu.
* * *
Büyük masanın başında her zaman parlayan kişiliğiyle rahmetli Çetin Emeç. Hemen yanında Tufan Türenç, Mehmet "The Damak Çatlatan" Yaşin, hikayeci kimliğiyle zaten çok sevdiğim Orhan Duru...
Masanın etrafında bugünün editörleri büyük bir ciddiyetle oturmakta.
Hep gergin bir ortam, pek girmek istemeyeceğiniz türden.
Elinizdeki haber iyi değilse ama yine de içeriye ulaştırmanız gerekiyorsa, kıdemli ofisboy aracı koyulur.
Böyle dediğime bakmayın, o aradaki mekanizma gazetenin içinde ayrı bir krallıktır. Ben bildim bileli de kral Ahmet’tir.
Ama onun da "Sen götür içeri, ozalite bakıyorum" diyerek sizi ofsayta düşürme ihtimali vardı.
Ne zor durum! Kötü haber, siz ve rahmetli Çeto başbaşa!.. Inınının!
* * *
Bu aracı koyma hikayesi bugün de aynen geçerlidir.
Cepte iyi bir haber varsa servisin şefi içeriye şöyle bir havalı havalı girer ve yekten ortamdaki en yetkili şahsa yönelerek haberi okur.
Ama haber "çöpe manşet" türden bir şeyse "Zagor gelmez, Çiko’yu yollar! Ugh!" modeline geçilir.
Örnek vereyim:
Bizim magazin servisi, Angelina Jolie’yle Kamer Genç’i çiçek sularken yakalamış! (Örnek fazla çarpıcı oldu; elimin ayarı kaçtı, pardon!)
Magazin müdürü Selim, gözlüğünün sapıyla oynaya oynaya, sanki kapının önünde Michelle Pfeiffer’a "Bekle kızım, biraz işim var; geliyorum!" demiş gibi girer içeri.
* * *
Sonra o sırada "Gündüz Güzeli’ndeki Catherine Deneuve’ü... Gustave Dore nasıl çizerdi acaba?.." şeklinde düşüncelere dalmış olan Ertuğrul Özkök’e yönelir...
Ve neredeyse "Hişş! Genç! Bi bakar mısın? İşine yarar bu senin!" tavrıyla anlatmaya başlar: "Kamer diyorum... Aynen yapışmış kıza..."
Fakat haber "Tımbır Market’te İzci Korosu imza günü düzenledi, halk sucuk reyonundaki promosyona hücum etti!" gibi bir şeyse, magazinin ofisboyu getirir.
* * *
Böyle anlatınca çok uzar... Sonra zaman değişti, yazı işleri de değişti.
Yeni mekanlar, eski insanlar, yeni insanlar, yeni zamanlar bütünleşti bir şekilde.
Ben de gazeteciliğe başladığım yıllarda kendime hedef olarak gördüğüm "yazı işleri elemanı" olmayı başardım mesela.
Hürriyet Medya Towers’daki yazı işleri kapısı herkese açık bir çalışma mekanına dönüştü. Benim yazı işlerinden ayrılmam sonrasında doğan sevgi boşluğunu doldurabilmek için Manşet adında tatlı bir köpek aldılar hatta.
* * *
Salı günü gazeteye gittiğimde manzara şuydu: Yazı işlerinin bulunduğu bütün kat, iki aylık bir yenilemeye emanet edilmiş.
Bu durumda yazı işleri, aynı katın diğer yarısında çalışan dış haberler, ekonomi, DHA, istihbarat gibi haber birimleriyle yarım katı paylaşmak durumunda kalmış.
Yazı işlerindeki canım arkadaşlarım ve büyüklerim bu fazla samimi ortama iki ay kadar katlanacak bildiğim kadarıyla. Tabii diğerleri de onlara!..
Sıkışıklığı anlatmak için durumu şöyle özetleyeyim:
Çay almak için normalde çay ocağı olan bölüme gittim, karşıma Tüketicinin Erkan Abi’si çıktı.
"N’aber Tüketicimin Erkan Abisi Abicim?" dedim.
"Bak Kanat! Otomobili balkona çıkarabildiğin ev yapmışlar İstanbul’da. Direkt eve park ediyorsun, yerden kazanıyorsun" dedi.
İçimden "Sıkışıklıktan balataları sıyırmış bu kat tamamen. ’Tamam abi’ de devam et" şeklinde söylenip, "Bak şu işe!.. Çok şaştım bu işe!.." filan deyip uzaklaştım.