Uzaktan komutanın seyir raporu

Bir süredir Chuck Palahniuk (Dövüş Kulübü’nün yazarı. Hakiki manada hasta, çok sağlam bi abimiz. Lullaby’ı okuyorum şimdi, Türkçe’ye de çevrilecekmiş, heyecan yapmayın) okumak ve televizyon seyretmek dışında pek bir şey yaptığım söylenemez.

Televizyon seyretmek pek orijinal bir hareket değil. Perşembe günkü gazetelerde Türklerin günde ortalama dört saat televizyon seyrederek dünya üçüncülüğünü elde ettikleri yazıyordu.

Ben bu ortalamayı tutturanlardanım. Bazı günler geçtiğim de oluyordur. Merak eden çıkan şimdi, birinci Japonlarmış; 4 saat 29 dakika seyrediyorlarmış...

Ne diyordum ben ya? Hah, televizyon seyretmekte tuhaf bir durum yok.

Fakat son zamanlarda televizyon seyrederken notlar tutmaya başladım farkında olmadan. Böyle not tuta tuta bir televizyon defteri oluşturdum...

Aldığım notları sonra okurken dehşete kapıldım acaba ben delirmiş olabilir miyim diye... Buyurun, kararı siz verin. İyi mi yapıyorum tam bilemiyorum hálá ama neyse, haydi hayırlara vesile olsun...

Tan Sağtürk bugün yine sinirli. Aaaa! Elemanı duvarın dibine yolladı, ‘Git ve yüzünü duvara dönerek dur, bakma buraya, bakma dedim!’ diyor. Ben tırstım. Hayır yani, yarışma için eğitim neticede..

Pazar Keyfi’nde bir haberi daha sadece soru sorarak vermeyi başardılar. Bu yeni bir habercilik tekniği... ‘Manken Ayşe Tümevarıngaç o gece kimi bekliyordu?.. Tümevarıngaç’ın gizli sevgilisi hangi ünlü?.. Tümevarıngaç bu konuda ne dedi?...’ Bekliyorum bekliyorum, ee abi?.. Cevap alamadan bitiyor haber.

İbrahim Tatlıses’in yarışmacılarla girdiği polemikler, eğer biraz sabrınız varsa enteresan olabiliyor. Ama benim dayanma sürem bir dakikayla kısıtlı. Bence bu yarışmadan İbo’nun iradesi dışında bir birinci çıkamaz, şimdi söylüyorum. Bir sözüm daha var; masanın altında duran tüpler çok acayip bişi di mi?

Türkstar’daki Seray Sever ve Özçelik niye hep aynı renk bluz giyiyorlar. Bir de onların anonslarını orijinal çekmeye çalışmasalar ya... Bir kaybolup bir gözüktükleri anons Alacakaranlık Kuşağı gibiydi.

Hale Soygazi ‘Bu anam için, bu babam için, bu da öldürdüğün masum Türkler için’ diyerek üç darbe indirdi Kayhan Yıldızoğlu’na. Özlemişim bu repliği...

Hasretle beklediğim Passaparola’nın yeni halinin kredisi yüksek ama eskiyi arıyorum onu söyleyeyim. Yarışmacıların bariz kopya alması filan sıkıcı oluyor. Yani tabii kendi de bilebilir eyvallah ama Arto’nun ‘Charles Bukowski’ cevabını kopya alarak vermesi filan ne bileyim?.. Bir de Metin Uca’nın elleriyle tırnak işareti yapıp ‘Şivava’ dediği anlarda zapladığımı fark ettim. Niye bilemiyorum...

O şişme yatak reklamında, yatağın dayanıklılığını göstermek için çekilen sahne de bir acayip. Yatağı dağa bayıra, doğaya salmışlar, bir ayı (Gerçek ayı!) çıkıyor üstüne. İnandım sağlam olduğuna, tamam abi!

Aha! Fener TV’de canlı maç yayını. Tabii maçı gösteremiyorlar ama stüdyoda üç kişi televizyondan canlı olarak Fener maçı seyredip, yorumluyor. İleride kült bir televizyon hadisesi olabilir. Maç seyretmekten daha zevkli konukları seyretmek. Adana maçında Fener kalesinde tehlike yaşarken filan... Anlatılmaz yaşanır, tavsiye ediyorum!

Zaga’nın Deniz Arcak’ın ve adını bilmediğim başka konukların yer aldığı bölümü tekrarlanmalı. Şelale’nin nikah sahnesinin ötesinde, diğer konuklardan bunalan Deniz Arcak’ın ‘Ben şöyle serinde bi koşup geleyim mi?..’ dediği an süperdi!

Albeni reklamlarında, çikolatayı kapmak için bahane uyduran tipler süper. Favorim ‘Akşam beni istemeye gelecekler’ diyen kız ve ‘Klavyeye su döktüm, moralim bozuk’ diyen çocuk.

Kim 500 Milyar İster’de Kenan Işık ‘Hangisi baba oğul değildir?’ sorusunda ‘Muammer Karaca - Cem Karaca’ cevabını bilemeyen yarışmacıyı kibar bir şekilde de olsa ‘Tıp mezunu olacaksın bir de’ kıvamında haşladı. Tamam ben de ‘Obarey!’ dedim ama sunucunun cevabını bildiği sorularda yarışmacıyı hırpalaması beni de geriyor.

Kuşum Aydın’ın hiperreal programı için bir öneri: Bari Cuma günlerini rahat giyim günü (Casual Friday) ilan edin. Sabahın köründe eşofmanla zap yaparken tuvaletli, smokinli insanlar görmek sarsıcı olabiliyor. Hatta sarsıyor işte...

Ya, ayı çıkıyor patlamıyor yatak hakikaten. Allah, Allah!..

20 yıl önce 20 yıl sonra

Türkiye’de futbolun kaderini değiştiren isimler arasına Jupp Derwall’i yekten yerleştirmeyecek futbol meraklısı yoktur herhalde.

Derwall’in anılarını topladığı ‘Futbol Basit Bir Oyun Değildir’, İş Bankası Yayınları’ndan çıktı. Geliri Türkiye Engelliler Spor Yardım ve Eğitim Vakfı’na bağışlanacak kitabı futbolla ilgilenenler es geçmemeli.

Kitapta Derwall’in Galatasaray’da geçirdiği günler de var elbette. Derwall’in kaleminden 1984, 1985’teki şartları okumak bugünün çocuklarına masal gibi gelecek. Bir bölüm aktarıyorum:

‘...Sadece birkaç takım formamız vardı. bütün malzemeler bir maçtan bir maça bavul ne kelime, çuvallar içinde taşınıyordu. Sık sık başa geldiği gibi, kırılan bir kramponu devre arasında değiştirmek için elimizde bir alet bile yoktu....

Masörümüz Mehmet’in de doğru dürüst bir malzeme çantası yoktu. İlacı, merhemi, bandaj malzemesi eksikti. Tıbbi alet edevat ise hak getire. En önemli şeyler için para bulunmuyordu, bir kulübün sermayesinin oyuncular olduğunu anlayacak kimse de yoktu.

Bunların yerine kanamaları durdurmak ve kas çekmelerini tedavi etmek için bir kızıl-ışık lambasıyla, mutfakta bol miktarda buz bulunuyordu...’

O dönem futbol maçı seyretmiş biriyim. Ayak kırılması gibi hadiseler dışında bugünkü kadar sakatlık yaşamıyordu futbolcular. Tuhaf değil mi?..
Yazarın Tüm Yazıları