Her cuma sabahı gazete bayiine koşup Gırgır’ı almak, okula gidene kadar otobüste/vapurda kahkahalar eşliğinde hatmetmek, Eşek Herif gibi, Avni gibi konuşmaya çalışıp tekrar kahkahaları koyvermek günleri maalesef geride kaldı.
O günlerde tanıdığım herkesin çok sevdiği tek kahraman, canımız ciğerimiz, ortak salaklık sembolümüz, papyonundan öpülesi, tel bıyıkları sevgiyle çekilesi şahsiyet Muhlis Bey, çok kısa bir süre içinde aramıza dönüyor.
Latif Demirci ve Behiç Pek’in benim kuşağımı tuhaf tuhaf konuşmaya sevk eden kahramanları, biricik Muhlis Bey’in albümü yolda.
Lato, iki-üç yıldır söyleyip duruyordu "Leman’cılar albüm yapalım diyor" diye. Ben de her seferinde "Yalan söylüylolsunuz Lato Bey" diyor ve Muhlis gibi konuşamadığımı üzülerek fark edip "Ne zaman, ne zaman?.." şeklinde baskıyı artırıyordum.
*
Hafta içi Lato’yu aradım. "Nerede Muhlis, hani nerede Yavlum Mithat?!" diye höykürdüm. Geliyormuş, az kalmış, eli "sevgili kepçe kulağında" imiş.
Gırgır insanları, Muhlis’i ve köpek korkusunu unutmayanlar mesajı Lato’ya telefonda tasdik ettirdiğim şekilde Muhlisçe tekrarlamak gerekirse: "Uy anamlar! Muhlis Bey geliyollar!"
Ne güzel bir sürpriz değil mi?
Kendini Evren’e modellik yaparken bulmak korkusu
İlk şok dalgasını geçen hafta bahsettiğim Yalçın Emiroğlu sergisini gezdiğim gün yaşadım aslında. Ama üzerinde durmadım, ’uyarıyı’ fark edemedim.
Hadise şöyle gelişti: Galatasaray’da, Yapı Kredi’de Emiroğlu sergisinden çıkıp alt kattaki Preziosi sergisine yöneldim. Amedeo Preziosi, 1816-1882 tarihleri arasında yaşamış İtalyan bir ressam. Oryantalistler arasında adı muhakkak sayılan ressam, özellikle Türkiye ve ağırlıklı olarak İstanbul tablolarıyla tanınıyor.
Ülkemizin önemli koleksiyonerlerinin de gözdesidir. Zaten bu güzel sergi de ünlü ailelerin koleksiyonlarından ve müzelerden derlenmiş.
Sergiyi gezdim, çıkışa yöneldim. O sırada ziyaretçilerin hislerini aktarabilmeleri için konulan defter dikkatimi çekti.
Bu arada defterin açık olduğu noktada, hatta tam olarak defterin arkasındaki duvarda kocaman bir şekilde "Kimdir Preziosi?" yazısı durmakta. Bu yazı, caddeden geçerken bile okunabilecek büyüklükte neredeyse...
İçimdeki "Alakalı alakasız gördüğün her şeyi oku cini" dürttü. Defterin açık sayfasında düzgün bir el yazısıyla şunlar yazılıydı: "Sayın Preziosi. Ülkemizi ve güzelliklerini çok başarılı bir şekilde gözlemlemişsiniz. Resimlerinizi beğendim. Çalışmalarınızda başarılar dilerim."
"A-aaa, gezdiği sergiden haberi yok. Ölmüş adama, yaşıyormuş gibi tebrik notu yazmış. Ne ayıp, ne ayıp. Sanattan anlamıyoruz..." diyecek değilim, diyenden de hoşlanmam herhalde.
Beni başka bir kısmı ilgilendiriyor işin. Sergideki her tablonun (Herhalde 50 ila 80 arası tablo vardı) altında eserin adını, kimin koleksiyonundan ödünç alındığını ve yapıldığı yılı belirten nal kadar plaketler vardı.
Sergiyi gezen birinin, bu resimlerin Osmanlı döneminde yapıldıklarını anlaması için plakete de pek gerek yok aslında. Tablolara, tablolardaki İstanbul’a ve Türklerin giyim kuşamına baktığınız anda tarihlere bakmadan bu resimlerin eski olduğunu anlarsınız.
İşte benim anlamadığım nokta, bir yandan da özendiğim bu aklın 555 karış havada olma hali. Sergi için vakit ayıracak kadar sanatla ilgili veya hevesli, gezdikten sonra ziyaretçi defterine görüş yazacak kadar ince bir insan, nasıl olur da 125 yıl önce ölmüş ressama "Aferin, devam et, olacak bu iş" diye seslenir.
Beni işin sanatsal yönünden çok bu müthiş özgüven yamultuyor. Çünkü ortam "Ne var canım, anlamamıştır adamın öldüğünü" denecek bir ortam değil. Preziosi’nin mumyasını koysan "Çok güzel ölü taklidi yapıyorsun afacan, ehe-ehe!" diyen de çıkabilir yani.
*
İkinci şok fazla bekletmeden, birkaç gün sonra İstanbul Modern’de geldi. Magnum Fotoğrafçıları sergisine gittim. Fotoğrafların kuvveti karşısında sersemlemiş vaziyette geziyorum. Ara Güler’in fotoğraflarının karşısında -çoğu fotoğrafı beynime kazınmış olsa da- biraz daha fazla vakit geçiriyorum.
Bir çiftle aynı fotoğrafın önünde kesişiyor yolum. Sergilerde olur ya, birbirimizin tablo başına harcadığı zamanı hesaplıyoruz çaktırmamaya çalışarak. Bu zamanı yuvarlak hesap belirleyince yürüme hızımızı ayarlayacağız yine çaktırmadan. Normal kabul edilen tuhaf sergi davranışları...
Çiftin yorumlarını merak ediyor değilim ama adam eşi olduğunu tahmin ettiğim kadına dönerek yorum yapmaktan hoşlanıyor. Yorumlarını neredeyse Ara Güler’in evinden duyabileceği şekilde yüksek sesle yaptığından, bütün İstanbul Modern de faydalanıyor.
Üçüncü fotoğrafta şöyle dedi: "Çerçeveyi iyi ayarlamış ama koyu çekmiş. Biraz daha açık çekecekti..."
Bir süre sergi gezmesem daha iyi olacak. Yoksa kendimi Kenan Evren’e modellik yaparken bulmaktan korkuyorum bu süreçte... Endişeliyim diyorum, anlayın...