MİLLETVEKİLİ, hatta parti başkanıyken meclise bisikletle gidiyordu. Hanımefendinin maaşı ne kadardı bilemiyorum ama içine sığamadığı siyah elbisesinin yerine öğretim üyesi olan eşi yenisini alınca çok sevinmişti.
Toptan “meteliksiz” olmalı bu siyasiler. Selefi olan başbakan da alışveriş hastası eşinin krizini savuşturabilmek için “resmi” kredi kartını kullanmak durumunda kalmıştı. Adamcağız hemen gerekli ödemeyi yaptı ama rakip parti kendisine sızdırılan “birkaç bin dolarlık” harcama fişini affetmeyince istifa etti. Aslında bu belge bisikletli hanımefendiye sızdırılmıştı ama o bunu ahlaki bulmadığı için sızdıran danışmanı kovdu. İyi de yaptı bence. Çünkü onun sızdırmadığı belgeyi sızdıranı seçmen affetmedi ve sandığa gömdü. Böylece hanımefendiye başbakanlık yolu açıldı. İki çocuk annesi hanımefendi sosyal devleti, azınlık haklarını, dürüst siyaseti, şeffaflığı savunan başbakan olarak göreve geldi. Türkiye’de koruma ordularının beğenmeyeceği bir makam otomobili oldu. Sendikanın atadığı bir sekreteri, bir de koruması oldu. Makam odası için devlet müzesinden seç. Bakanlar Kurulu toplantılarında kahve isteyen üşenmiyor, kalkıp kendisi dolduruyor. Lüks tüketim maddesi olarak masada mevsim meyvesi veya “sunta kraker” filan oluyor. Başbakanın musluğu tıkandığında tesadüfen evrak getiren şoförü hallediyor ama olayların devamını anlatmayayım, heyecanı kaçar. Siyasi rekabet, muhalefet, alavere, dalavere yok mu? Var tabii. Mesela evli Dışişleri Bakanı’nın genç bir erkek fahişeyle çekilen “uygunsuz” fotoğraflarını ele geçiriyor etkili bir tabloid gazete. Gazetenin yayın yönetmeni de bir önceki başbakanın ayağını kaydırmaya çalışırken sandığa gömülen siyasetçi. Fakat fotoğrafları haberleştirmelerini istediği gazeteciler “Bir insanı eşcinsel olduğu için suçlayamazsın. Ne hakla, otuz beşe bakla?” diyerek yayın yönetmenini auta çıkarıyor mesela. Afra tafra olmadan, karın ağrısı varmış gibi konuşmadan, lider yağdanlığı ve “evet efendim, sepet efendim”ciliğe tenezzül etmeden, hesap vererek ve bir vatandaş gibi siyaset yaparak yaşanan ve yaşatılan bu ülke Danimarka. “Borgen” adlı dizi, günümüz Danimarka’sında yaşanan bir “taht savaşları” dizisi. Digitürk yayınlıyor; hastası olduğum İskandinavya dizilerinden biri. Sade ve gerçekçi bir dizi olmasına rağmen bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak Yüzüklerin Efendisi, Star Wars, Uzay Yolu seyreder gibi, fantastik bir serüvene şahitlik eder gibi takipteyim. Hal böyleyken vekillerimizin kendilerine, otoparktan protokole öncelik sağlayan, kendilerine ve eşlerine ölene kadar kırmızı pasaport isteyen, gecinden olsun ama ömürleri nihayete erene kadar vekil yetkilerini sarıp sarmalamayı filan isteyen yasa tasarısını okudum. Armudun sapı ve üzümün çöpü bahsinde bile anlaşamayan partiler MHP ve BDP, AKP ve CHP hemencecik anlaşıvermişler yine. Bak Danimarka, bak da utan!