ÜMİT Kıvanç’ın “Ağlama Anne, Güzel Yerdeyim” adını verdiği belgesel filmi, Mazlum-Der ve İnsan Hakları Derneği’nin katkılarıyla hazırlanan ve Uludere’deki faciada can verenlerin yakınlarına söz veren bir çalışma.
Birkaç ay önce, yeni yayınlandığında yaklaşık 15 dakika süren kısa versiyonunu/tanıtım filmini seyrederken çok zorlanmıştım.
Tamamını seyretmek için gücümü toparlamam epeyce vakit aldı.
*
Devlet, hükümet Uludere bahsinin açılmasından hiç ama hiç hoşlanmıyor.
Bu korkunç hadiseyi bir muhalefet aracı olarak algılıyor, hatırlatanın üstüne öfkeyle yürüyor.
“Ağlama Anne, Güzel Yerdeyim”i siyasi zırhları bir kenara bırakıp çıplak vicdanla seyretme cesaretini gösterirse, 34 insanın çok yalın, çok gerçek, çok ama çok fena iç parçalayan hikâyelerini geride kalanlardan dinlerse kaidesinden sarsılacağını düşünüyor.
Yaşları 14 ile 41 arasında değişen 34 insanın kaçaktan dönerken jetler tarafından bombalanmasını gündemde tutmayı sadece şahsına yönelik bir siyasi hamle, bir yıpratma operasyonu olarak okumakta ısrar ediyor.
Bunu hâlâ anlamayanlar, Uludere’yi sadece siyasi bir mesele olarak algılayanlar, 34 insanı “Kaçakçıymış zaten”, “Terörist de olabilirdi, nereden bilelim?” diyenler için gelsin.
“Ağlama Anne, Güzel Yerdeyim” belgeselinden, yakınlarının acı seslerinden aktarıyorum.
Tanıyın isterim.
*
“O elmaları çok seviyordu. Hatta bir gün elmaların altında oturduk. Dedi ki ‘Babam ben... Bu elmalar ne zaman büyük olur da biz de yeriz. Ben de dedim ki ‘Babam en çok 1-2 sene sonra inşallah beraber yeriz. O dedi ‘İnanamıyorum...’”
“‘Biraz para kazanayım belki bir evimiz olacak, belki sevdiğim kızı getireceğim’ derdi, onun için bu yola çıkmış, kaçakçılığa. O da ilk kez gitti, ölüm haberini aldık. Bayağı zordur...”
“Allah onu bağışladığında Roboski karakolundaydık. Orada dünyaya geldi. Bize zulmediyorlardı. Köyümüz boşaltılmıştı. Kalktı, sabah gitti. ‘Yılbaşı için kendime harçlık biriktireceğim’ dedi. Hayali gözümün önünden hiç kaybolmuyor...”
“Kaç senedir Şırnak Valisi, kaymakam, askeriye... Hepsi gidip geldiğimizi biliyorlar. Çocuklarımızı bu yola zengin olalım, arabalar alalım, marketler açalım diye göndermiyorduk. Sadece aç kalmayalım, hayatımızı devam ettirebilelim diye gönderiyorduk. Devlet, ‘Ölün, bu işi yapmayın’ dedi. Oysa bizi uyarsaydı çocuklarımızı göndermezdik...”
*
“Vallahi billahi oğlum gömüldükten beş gün sonra eli bulundu. Vallahi ben o eli insanlara gösterecektim. Kameraya, televizyonlara gösterecektim. Hiçbir devlet fakiri öldürmez. Fakir cami önüne gelip dilense, cebinde parası olan o parayı çocuklarına vermez fakire verir. Bunlar da öyleydiler, yoksuldular. İki bidon mazot bir şey değildir. İnsan dört uçağı dört devlet üstüne kaldırmaz. Bir tanesi için bile Allah’tan korkmaz mı?”
“Abimle ikizler gibiydik. Güzel bir yaşantımız vardı. Fakirdik ama yine de çok eğlenceliydi. Sevdiği kızdan bahsederdi ara sıra. ‘Gördün mü, ne yapıyor kız o nankör?’ derdi, yani karşılıksızdı...”
“Dedim ki ‘De hadi git oradan o kız seni bırakır gider, buralardan kim bilir kiminle evlenir?’ Dedi ‘Yok vallahi, birbirimize söz vermişiz’.”
“Benim oğlum hep pikniğe gitmek istiyordu. Arkadaşlarıyla Beytüşşebap’ta hamama gittiler. Fotoğrafları var, şimdi hep yanımda taşıyorum. Görünce hemen kendimi tutamıyorum ağlamaya başlıyorum...”
*
“...Sonra bu yol serbest edildi. 3-4 aydır asker hep bizi görüyordu. Kimseyi öldürmüyordu, tutuklamıyordu. Yakaladıkları zaman yüklerini alırlardı, başka sorun olmazdı.”
“Kardeşim öğretmen olmak istiyordu. İşte ‘Anne öğretmen olacağım hem seni hem kendimi bu hayattan kurtaracağım...’”
“Oğlum üç saat sağ kalmıştı. Üç saat boyunca soğuk karın üstünde sağdı...”
“Halay çekmeyi, arkadaşlarıyla gezip dolaşmayı, telefonlaşmayı, mesajlaşmayı, kız arkadaşlarıyla buluşmayı, o tür şeyleri çok severdi.”
“14 yaşındaydı. Sekizinci sınıfa gidiyordu. Mühendis olmak istiyordu ya da tamirci. Tamir işine çok ilgi duyuyordu. Kaçakçılığa giderken dedi ‘Kendime bilgisayar ya da güzel bir telefon almak istiyorum.’ O akşam da kendisi için gitti.”
“Bir sürü hayalleri vardı. Cami yapacağını söylüyordu, okul yapacağını söylüyordu.”
“Uzun boylu birini gösterdiler, baktım o Serhat değildir. Bir tane baktım o Serhat’tır, o da oğlum değildir. Bir tane uzun boylu gösterdiler, oğlumun bir ayağının bir kısmını gördüm oradan tanıdım.”
“Abim çok sessiz, çok sakindi. En çok sevdiği şey top oynamaktı. Hatta ben bazen derdim ki, yatağını, yorganını, yastığını götür halı sahada otur.”
*
Köpeğine Messi adını veren, hayalleri bilgisayar veya cep telefonu almak olan, köyün tek sosyalleşme alanı olan halı sahada top oynayan çocuklar...
Unutabilecek olan, bu filmi seyretsin öyle unutsun unutabiliyorsa.