Paylaş
Hikmet Birand’ın (1904-1972) bu cümlelerle başlayan harikulade eseri “Alıç Ağacı ile Sohbetler”i karışık hisler içinde okuyorum; bir kez daha...
Açıkçası halim, eski defterleri karıştıran müflis tüccarı andırıyor. Yazımı 1966’da tamamlanan ve yıllar önce okuduğum günden itibaren elimin altından hiç ayırmadığım kitaba yeniden sarılma sebebim, fotoğraflarını, video görüntülerini seyretmeye bile tahammül etmekte zorlandığım yangınlar...
Dikmen Alıçı bu memlekete, toprağına, ağaçlarına duyduğum aşkın şekillenmesinde derin bir etkisi olan kitapta kendisini ziyarete gelen Birand’a anlatır dalların, yaprakların, köklerin destanını...
Lezzetli üslubunun peşinden sayfalarca koşarken büyük göçleri, yeniden doğuşları, yok oluşları, bu tılsımlı döngünün okuyucuyu da sarıp sarmaladığını hissedersiniz...
Büyük bir felaketle karşı karşıyayız ve çaresizlik büyürken, bakmaya kıyılamayacak güzellikler küle dönerken doğru soruları, gerçek cevapları kovalıyoruz...
İçimde biriken acı dolu, zehre bandırılmış sözleri, öfke ve isyanı dindirmem güç...
Teselli için yine Alıç Ağacı’nın Birand’a anlattıklarına yaslanıyorum:
“...Tabiatın sabrı çok ama vakti daha çok; ezelden ebede kadar vakti var onun... Sen ben günlük kelebek gibiyiz; yüzlerce yıl içinde, binlerce yıl içinde olup biten değişikliklerin farkına bile varmayız...
Şimdi burada ben varım ve sana bu tepenin de söylediklerin gibi bir zamanlar meşe ormanı ile örtülü olduğunu haber veriyorum.
Fakat bana da bir hal olabilir ve kuru dallarımdaki paçavralardan burada yatan ya da yattığı sanılan sayın evliya kişinin kerametine aldırış etmeyenler de çıkabilir.
Bir gün gelmişsin bakmışsın ki ben yokum. Bu tepe de ötekiler gibi olur; benim buradaki varlığımı senden başka kim hatırlar? Kimse...”
Kitap biterken Dikmen Alıçı’nın kaderini doğru tahmin ettiğini, Birand’ın son ziyaretinde yerinde yellerin estiğini öğrenirken boğazımız düğümlenir...
Bugün Dikmen’de yükselen gökdelenler de o gökdelenler de yaşayanlar da dağa taşa, yanıp kül edildikten sonra “betonarme peyzajlara” dönüştürülen cennet parçalarının huzurundan mahrum yaşamak zorundadır...
Yanan her ağaç, solan her hayat, yersiz yurtsuz kalanlar için çok üzgünüm, içim acıyla dolu.
Teselli için sığınacak bir Dikmen Alıçı, bütün isteğim bu...
HAVADA, KARADA, ORMANDA, OLİMPİYATTA
BRANŞLARINDA iyi derece yapan sporcularımız Tokyo’da verdikleri röportajlarda biri bitmeden birkaç tanesi başlayan kahredici yangın haberlerini nasıl üzüntüyle takip ettiklerini, başarılarının bir umut ışığı olmasını umduklarını ekliyorlar sözlerine...
Mete Gazoz’un altın madalyasının ardından dün sabah Kadın Voleybol Milli Takımı’nın Rusya zaferiyle ve güreşçilerimiz Yasemin Adar ve Rıza Kayaalp’in bronz madalyalarıyla sevindik.
Yıldız voleybolcularımızdan Meryem Boz, Rusya maçının ardından “Bir yanımız mutlu ama bir yanımız hep buruk maalesef” diyerek özetliyordu bu durumu...
Cinnetin eşiğinde yaşamaktan tüm dengesi bozulan topluma verdikleri moral, yaşattıkları coşku, özellikle gençlerimize makus talihi döndürebileceklerine dair aşıladıkları umuda paha biçilemez.
Bugün bir efsane, Eşref Apak sahneye çıkacak çekiç atma finallerinde...
38 yaşındaki Eşref Apak, 5’inci kez olimpiyata katılan bir tecrübe abidesi.
Kariyeri şampiyonluklarla dolu fakat 2004’teki bronz madalyanın yanına bir ikinci olimpiyat madalyası daha ekleyebilmek tek hayali...
Sonuç ne olacak bilmek mümkün değil... Eşref Apak’ın kararlılığı, çalışkanlığı, vazgeçmeyişi, iş ahlakı umarım hem sporcularımıza hem de memleketi emanet ettiğimiz tüm yetkililere örnek olur.
Havada, karada, ormanda, olimpiyatta...
Paylaş