Tek tabanca durumu

ŞÖYLE bir düşündüm de, ben ne zamandır doğru dürüst bir Beyoğlu yazmadım.

Beyoğlu'nda yeni bir şey olmadığından değil, bende pek yeni bir şey yok.

Aslında yalan söyledim, var bir sürprizim (aslında iki tane) ama yarın kendiniz görürsünüz.

Alemin gördüğü en kanlı cumartesi günlerinden birini yaşıyorum.

Gerçek kan değil ama.

Quake III diye bir oyun var, bilen bilir.

Elektrikli testereden plazma silahı olarak adlandırılan artist alete kadar değişen silah alternatifi sunuluyor size.

Sonra başlıyor kan banyosu.

Efektler filan acayip.

Mesela roketi sallıyorsun, rakip direkt kucaklıyor ve cavlağı çekiyor.

Bir tane daha sıktığında iğrenç bir şekilde parçalanıyor, kuşbaşı kıvamında mekana homojen bir şekilde dağılıyor.

Faydalı bir eser yani.

İşi daha eğlenceli kılan ise, internet üzerinden bağlanıp milletle oynayabilmen.

Gazetede server üzerinden oynuyoruz mesela bazen.

Kim, kiminle ne meselesi varsa er meydanında hallediyor.

Kişisel husumet filan kalmıyor.

Önceleri bazı kıymetli yöneticiler, iş gücünü düşürüyor diye hafiften karşı çıktı ama sonra baktılar ki millet deşarj oluyor vazgeçtiler.

Bahsettiğim cumartesi günü evdeki cihazla oynuyoruz.

Ben kendime o gün isim olarak ‘‘Savul bre gafil’’i seçmişim. Kendinize isim de seçebiliyorsunuz bu oyunda, onu da söyleyelim.

Favori enstrümanım elektrikli testereyle rakip doğruyorum.

Bir ara artık kan mı tuttu nedir, ‘‘Yeter bu kadar cinayet. Aleme barış gelsin’’ deyip, cihazın başından kalktım.

Gözlerim St. Barnard köpekleri gibi olmuş bu arada, aynaya bakınca sağlam bir ‘‘O-ha!’’ çektim.

* * *

Şöyle uzuuun uzuuun gerinip, manasız bir ifadeyle evi inceledim.

Önce ortalığın artık toplanması gerektiğine, sonra bunun yarın da yapılabileceğine karar verdim.

Sonra vurdum kendimi sokağa.

Halk, Cihangir'de caminin yanındaki pozisyonunu koruyor.

Ne yapıyorlar orada bütün gün çözebilmiş değilim.

Direkt Çukurcuma'ya, oradan da oflaya poflaya Galatasaray'a çıktım.

Saate baktım 20.30.

Saat kullanmayanlar familyasından olduğumdan, saati yine bir dükkanın içinden okudum.

Zaten dükkan içinden ve milletin kolundaki saatten zaman okumakta üstüme yoktur.

Her neyse, 20.30'u görünce, beynimin bir bölümü aydınlandı: Bira içilecek.

Dost bildiğimiz Riko ve Topesto biraderlerimizden umut yok.

‘‘Biz bu yüreği arkadaş kelekleriyle kavurduk’’ diyerek, tek tabanca takılma pozisyonuna geçtik.

* * *

Tek tabanca takılma konusunda, kendimin ve Cüneyt Özdemir biraderimin üstüne adam tanımam.

Tek tabanca takılan adamın derdi tasası olmaz.

İstediği yere istediği zaman gider, istediği kadar takılır, istediği zaman çıkar gider.

İstediği filmi seyreder. Kimseyle film sonrasında, ‘‘O sahnede ne oldu yahu?’’ muhabbeti yapmak zorunda kalmaz.

Yolun istediği bir noktasında durabilir ve yine istediği bir yöne doğru ilerleyebilir.

‘‘Ne var bunda?’’ demeyin. Bütün bu dediklerimi yanınızda biriyle yapmaya kalkın, görün başınıza neler geliyor.

Ben işte o cumartesi günü böyle tek tabanca vaziyette, kendime tipik bir ‘‘Takıl bana hayatını yaşa’’ gecesi yaptım.

Nevizade'de adı olmayan birahaneye uğradım, oradan çıktım efsane olmuş kokoreç ustama uğradım, oradan Viktor Levi, Kaktüs vesaire derken, birkaç kapı gezdim.

Bu sırada karşılaştığım tanıdıklarla da ‘‘Tutma beni, ruhum daralır’’ tonuyla maksimum üç dakikalık konuşmalar yaptım.

Sonra baktım ki; gece yarısı olmuş.

Son olarak içinde hokey topu kıvamında köfteler olan, ama iki üç biradan sonra benim diyen gurmenin dayanamayacağı Kızılkayalar hamburgeri çaktım.

Siz sağ ben selamet.

Döndüm eve, geçtim tekrar cihazın başına, girdim er meydanına ve Quake nasıl oynanırmış cümle aleme gösterdim.
Yazarın Tüm Yazıları