Direkt Çukurcuma'ya, oradan da oflaya poflaya Galatasaray'a çıktım.
Saate baktım 20.30.
Saat kullanmayanlar familyasından olduğumdan, saati yine bir dükkanın içinden okudum.
Zaten dükkan içinden ve milletin kolundaki saatten zaman okumakta üstüme yoktur.
Her neyse, 20.30'u görünce, beynimin bir bölümü aydınlandı: Bira içilecek.
Dost bildiğimiz Riko ve Topesto biraderlerimizden umut yok.
‘‘Biz bu yüreği arkadaş kelekleriyle kavurduk’’ diyerek, tek tabanca takılma pozisyonuna geçtik.
* * *
Tek tabanca takılma konusunda, kendimin ve Cüneyt Özdemir biraderimin üstüne adam tanımam.
Tek tabanca takılan adamın derdi tasası olmaz.
İstediği yere istediği zaman gider, istediği kadar takılır, istediği zaman çıkar gider.
İstediği filmi seyreder. Kimseyle film sonrasında, ‘‘O sahnede ne oldu yahu?’’ muhabbeti yapmak zorunda kalmaz.
Yolun istediği bir noktasında durabilir ve yine istediği bir yöne doğru ilerleyebilir.
‘‘Ne var bunda?’’ demeyin. Bütün bu dediklerimi yanınızda biriyle yapmaya kalkın, görün başınıza neler geliyor.
Ben işte o cumartesi günü böyle tek tabanca vaziyette, kendime tipik bir ‘‘Takıl bana hayatını yaşa’’ gecesi yaptım.
Nevizade'de adı olmayan birahaneye uğradım, oradan çıktım efsane olmuş kokoreç ustama uğradım, oradan Viktor Levi, Kaktüs vesaire derken, birkaç kapı gezdim.
Bu sırada karşılaştığım tanıdıklarla da ‘‘Tutma beni, ruhum daralır’’ tonuyla maksimum üç dakikalık konuşmalar yaptım.
Sonra baktım ki; gece yarısı olmuş.
Son olarak içinde hokey topu kıvamında köfteler olan, ama iki üç biradan sonra benim diyen gurmenin dayanamayacağı Kızılkayalar hamburgeri çaktım.
Siz sağ ben selamet.
Döndüm eve, geçtim tekrar cihazın başına, girdim er meydanına ve Quake nasıl oynanırmış cümle aleme gösterdim.