Süzgeçgiller ve ben

GALATASARAY maçını seyretmek üzere Brugge'deyim. Belçika konusunda engin deneyimlere sahip bir insan olarak, sıkıntıdan patlayacağıma emin vaziyette otelden çıktım ve yürümeye başladım.

Aslında hakkını yemeyeyim Brugge'ün; bayağı güzel bir kent. Yeri gelmişken hemen bir parantez açayım... Biz ‘‘Klöb Bürüj’’ filan diye konşuyoruz ya, koftiden konuşuyoruz. Brugge'de yaşayanlar, yaşadıkları kentin adını ‘‘Buruğghh’’ gibi söylüyorlar.

Zaten Flemenkçe biraz enteresan bir dil. Almanca gibi geliyor kulağa ama değil. Biraz böyle, nasıl desem; hakaret ediyorlarmış gibi geliyor konuşmaya başladıklarında.

Adam mesela sizi Belçikalı sanıp bir şey sorsa ‘‘Tamam ağbi, ne kızıyorsun ya...’’ şeklinde karşılık verebilirsiniz. Bir ara öksürür gibi yaparak İngilizce konuşursam, Flemenkçeye yakın bir ses elde edebileceğimi düşünüm.

Ve evet, utanmadan, aklını kaybetmiş insanlar gibi bunu bir çay salonunda denedim. Garson suratıma uzun uzun baktı ve arkasını dönüp gitti. Bir daha denemedim zaten yüksek sesle... Ama içimden denemeyi sürdürüyorum...

* * *

Her neyse... Maçtan bir gün önce, Belçika'nın meşhur biralarını (Favorim Hoegaarden, onu da belirteyim) denemek üzere bir bara girdim. Bar biraz enteresan bir formatta.

Almanya'da girdiğim ve çok eğlendiğim ‘‘Düşmüş Boksörler Barı’’na benziyor. Barın sahibi, kim ne hediye ettiyse yığmış mekana.

Antik kabul edilebilecek kadar eski bira ilanları, müşterilerin tatile gittikleri yerlerden yolladıkları kitsch kartpostallar, sevimli olacağı düşünülen ancak fevkalade itici gözüken dandik marka oyuncaklar...

Baba ne bulduysa yığmış mekana. Size şöyle söyleyeyim; barda oturduğum taburede, benden önce bir sincap (tabii canlı değil, oyuncak) oturuyordu.

Neyse, ‘‘Ver usta söylemesi zor fakat tadı güzel Hoegaarden birasından bir tane’’ dedik... İngilizce konuşunca, ‘‘Nerelisin?’’ dedi. ‘‘İstanbul'dan geliyorum’’ derken lafı kaptı ve ‘‘Galatasaray’’ dedi. ‘‘Aferin lan sana barmen’’ dedim, ‘‘Hakiki manada zeki bir çocukmuşsun’’ diye devam ettim.

Bu sırada sağ tarafımda komple piercing yaptırmış bir kadın ve adam duruyor. Yani kadından emin değilim ama adamın aksesuarlarını çıkarsan, evde süzgeç niyetine kullanırsın. Öyle deldirmiş bünyeyi...

İstanbul'u duyunca Süzgeçgiller muhabbete yancı yazıldı. Daha önce Türkiye'ye gelmişler filan falan... Ben tam içimden ‘‘Ağbi şimdi Sultanahmet, kilim muhabbetine çatmak üzereyiz’’ diye geçirirken, erkek süzgeç ‘‘Yarın sizi yeneceğiz’’ dedi.

Bir anda gaza geldim ve ‘‘Yok güzelim’’ dedim. Sen yenersin, ben yenerim derken gaza gelip hayatta sevmediğim bir hareket yaptım ve iddiaya girdim. Ertesi gün maçtan sonra buluşmak üzere ayrıldık. Kaybeden, kaybettiği yetmezmiş gibi bir de bira ısmarlayacak (Spor sayfasında bu mevzudan bahsetmiştim aslında ya, neyse)...

* * *

Maç bitti, skor malum... Bir daha yazıp sinirlenmenin manası yok. Kös kös bara gittim.

Erkek süzgeç, kadın süzgeç ve hayret edeceksiniz ama vücudu zımbalatmamış bir arkadaşları barda bıraktığım yerde oturuyor.

‘‘Merhaba Süzgeçgiller, merhaba afacan barmen, merhaba oyuncak sincap...’’ şeklinde giriş yaptım.

Erkek süzgeç, ‘‘Üzüldün mü?’’ dedi. Sonra suratımdaki ifadeyi görünce ‘‘Eveeeeet, buna üzülmek diyebiliriz’’ dedi ve konuyu kapattı.

Ben maçın da acısıyla ‘‘Afacan barmen bakar mısın? Bana, Süzgeçgiller'e, deliksiz konuklarına ve haydi lan içimden geldi sana bira’’ diye diye bayağı bir Hoegaarden şişesi eskittim.

Süzgeçgiller, beni teselli etmek için bayağı çaba sarf ettiler. Dişi süzgeçe bir adet Galatasaray rozeti hediye ettim. Çok sevindi. Maçı konuşmadan uzun uzun sohbet ettik...

Gecenin sonunda parasız ve mutsuz bir şekilde otele dönmek üzere barı terk ederken afacan barmen şefkat hadisesini abarttı ve ‘‘Oyuncak sincabı vereyim mi sana?’’ dedi.

‘‘Yok deve!’’ dedim. Güldük...
Yazarın Tüm Yazıları